2 Mart 2016

Yunus Meşe, Kör Nokta

ile izdiham

Adım Bünyamin. Biraz önce dinlediğim bir hikâye hayatımı değiştirdi. Yazmaya yanlış başladığımın farkındayım. Ama düzeltmeden devam edeceğim. Bir an önce size anlatmak istiyorum olan biten her şeyi.

Adım Bünyamin. Yirmi sekiz yaşındayım. Bir markette kasiyerim. Hayatıma dönüp baktığımda en büyük başarım bu. Asla bir başka şubesi olmayacak bir markette kasiyerim. Her sabah kimin geleceğini , ne alacağını , çıkarken ne söyleyeceğini biliyorum. Kız arkadaşım üç hafta önce beni terk etti. Artık adını koyalım ilişkimizin seni ailemle tanıştırmak istiyorum dediğinde çok korktum. Küçük çocukların yataklarının altında hayalet olduğunu düşünüp korkudan iki kat olmaları gibi korktum. Korktuğumu görünce gitti. Düzenli olarak yenilmeye devam ediyordum. Bu yenilgiler daha çok sigara, daha çok alkol ve daha büyük mutsuzluklar olarak geri dönüyordu bana. Babam benimle konuşmuyordu. Birkaç defa vurmaya yeltendi ama gücünün yetmeyecek olmasından korkmuş olmalı ki sadece yeltenmekle kaldı. Biliyorum iyi bir adam olmamı istiyor ama bunu kendisi için istiyor. Başarısız bir baba olarak görünmek istemiyor toplumda. Babam mühendis. Büyük mühendislerden. Herkes onun ismini bilir. Yolda görenler hürmetlerinden ceketlerini iliklerler. Kimse ismiyle hitap etmez ona isminin arkasında bey ya da beyefendi; isminin önünde de genellikle muhterem ifadesi bulunur. Muhterem Yılmaz Bey. Annemin sevgiden çok korkuya karışık saygı beslediği adam. Benim gözümde bir kadın tarafından sevilmediği için hep eksik olan bir adam. Çünkü böyledir. Bir kadın tarafından sevilmeyen erkek her zaman eksiktir.

Annem. Annem orta halli bir ailenin büyük kızı. Annesine yardım etmek için kendisini feda etmiş. Okul yüzü görmemiş. Kardeşlerinden okumayı öğrenmiş zar zor. Ondan sonra da ne bulduysa okumuş. Okuyup öğrenmek istemiş hep. Sonra babam gelmiş. İstemişler annesi anneme hiç sormamış damat adayının mühendis olduğunu duyunca. Bundan daha iyisini mi bulacaksın deyip annemin söyleyeceği her şeyi tıkmış ağzına. Annem zaman zaman içini döker bana. Söz dönüp dolaşır genç kızlığına gelir. Yüzü düşer sonra. Hiç ağlamaz ama sabır der. Benim imtihanım bu der. Sitem etmez. Kötülük düşünmez ağlamaz.

Akşam on marketi kapatma saati. Kasanın sayımlarını yapıp yarın sabah için hazır hale getirdikten sonra çıktım. Vücudum uyuşmuştu yorgunluktan. Evde büyük bir sessizlik vardı. Evimiz her zaman sessizdir ama bu akşam başka bir sessizlik vardı. Ağzım laf yapsa size iyice tarif ederdim nasıl bir sessizlik olduğunu. Mutfağa geçtim. Annem karanlıkta oturuyordu. Pencerenin kenarında bir elini çenesinin altına yerleştirmiş diğer eliyle habire gözlerinin yaşlarını silerek, sessiz sessiz ağlıyordu. Gözyaşlarını saklamak istiyordu anladığım kadarıyla. Babam bir kötülük mü yaptı diye korktum. Hafifçe öksürüp kendimi duyurduktan sonra yanına gittim. Yüzümü avuçlarıma yerleştirip ne oldu anne? diye sordum. Yüzünü yakından görünce telaşımın yersizliğini anladım. Kötü bir şey yoktu. Yüzünde hüzünlü bir o kadar da sevinçli bir ifade vardı. Merakımı hissedince ellerimi avuçlarına alıp bir öpücük kondurdu usulca. Üç günlük bebekmişim gibi seviyordu beni. Biraz durduktan sonra ellerini çekip kalorifer peteğinin üzerinde duran gazeteyi uzattı. İlçemizin yerel gazetesiydi. Parmağıyla dokunarak bir haber gösterip okumamı istedi. Haberde trenin altında kalıp can veren bir anne ve kızdan bahsediliyordu. Bütün açıklama bu kadardı. Annemin gözyaşlarının bu haberle ilintisi olmalıydı. Sormadım bekledim. Biliyordum ben sordukça annem içine çekilecekti. Biraz daha vakit geçti. Annem yavaş yavaş konuşmaya başladı

Haberdeki kadın Gülden , kızı ise Melek. Sadece İsmi değil kendisi de melek. Görsen bir kanatları eksik derdin yavrucağın. Gülden ilçenin en güzel kızıydı. Çocukluktan arkadaştık onunla. Hepimiz kıskanırdık. Ben de çok kıskanırdım güzelliğini ama severdim de güzelim diye övünmezdi. Kırmazdı kimseyi. Aileden varlıklılardı biraz. İlçeye göre zengin de sayılırlardı ama Gülden hep bizimle oynardı. Bir gün olsun bizi üzecek bir şey söylemedi, yapmadı. O okula başladı sonra ben evde kaldım. Daha az görüşür olmuştuk ama okuldan çıkıp derslerini yaptıktan sonra mutlaka yanıma gelirdi. Hava kararana kadar sokaklarda oynar dururduk. Zaman geçtikçe gülden değişmeye başladı. Daha o yaşımda sezmiştim bunu. Evine çağırıyordu beni. Aynanın karşısına geçip saatlerce süsleniyordu. Süslendikçe güzelleşiyor güzelleştiğini görünce gözleri parlıyordu. Güzelliğinin farkındaydı artık. Meğer o zamana kadar güzelliğinin farkında olmadığı için kendini bir tutarmış bizimle. Arkadaşları da Gülden’in yanına uğramaz oldu artık. Bir tek benim yanıma geliyor bana iyi davranıyordu. Bunun nedenini de çok sonraları anladım. Benim çirkinliğimle kendi güzelliğini karşılaştırıp mutlu oluyordu. Bir güzelin var olabilmesi için çirkinin var olması da şartmış. Bunu şimdi okuduğum kitaplardan öğrendim. O zaman fark etsem ben de kaçardım Gülden’den . Anlayacağın iyiden iyiye kötü zalim bir kız olmuştu. Okuldaki erkeklerin ona nasıl baktıklarını büyük bir zevkle anlatıp duruyordu. Ben müsaade etsem bir ömür erkeklerden konuşacak gibiydi. İlkokul bitti. Ortaokula devam etti daha da zalimleşerek. Bizim görüşmelerimiz de azalmıştı. Zar zor görüştüğümüz vakitlerde de Gülden yine kıyafetlerinden, saçlarından, okuldaki aşklardan ve erkekleri nasıl peşinde koşturup durduğundan bahsediyordu. Kardeş sayısı çoğaldıkça benim yüküm arttı.Gülden’i görmez oldum. Duyumlarını almaya başlamıştım sadece. İlçede bir fısıltı başını almış gidiyordu. Gülden erkeklerle düşüp kalkıyor. Gülden’i mesire yerinde şununla gördük… Çocukluk arkadaşımın bu hale gelmesi çok üzüyordu beni ama bir şey yapamıyordum. Bir sabah Gülden’in kaçtığını duyduk. Ortaokul son sınıftaydık o yaşta bunu yapacak cesareti nasıl bulmuştu anlayamadık. Bir öğretmenle kaçtığı konuşuluyordu. Bu söylenti de çabuk eskidi. Zamanla unutuldu iyice. Herkes kendi yaşantısına döndü. Gülden on dokuzundayken ilçeye döndü tekrar. Kapının eşiğine sürünüp af diledi babasından. Ne kadar kötü olsa da sokağa atmaya gönlü razı gelmedi babanın. Kızını kabul etti. Haftasına varmadan sessiz sedasız evlendirdiler biriyle. Orta halli bir bakkaldı evlenirdikleri. Yaşı geçkindi. Güzelim Gülden razı oldu kaderine ses etmedi. Böyle küçük yerlerde kadın kısmı kaderine itiraz edemez oğlum. Ben de o sıralar beni görüp beğenen bir mühendisle evlendim. İlçede kaldım yine. Gülden yine bana gelip gitmeye başladı.” Yüzüm yok gidemem başkasına. İçim darlandıkça sana geliyorum işte” diyordu. Gülden hamile olduğunu söyledi bir gün. Her şey de burada başladı. İlçe doktoru çocuğun özürlü olduğunu söylemiş. İnanmamışlar üniversite hastanesine gidip testler yaptırmışlar bir sürü. Sonuç değişmemiş. Oradaki doktorlar da çocuğun özürlü olacağını ve kendilerini hazırlamaları gerektiğini söylemiş Gülden’e. Zavallı kadın perişan halde dolanıp durdu. Kocası onu suçluyormuş.” İlçeden kaçtığın zaman ne yedin içtin de karnındaki yavru daha doğmadan sakat kaldı” diyormuş her akşam. Gülden o uçarı hoppa gülden değildi. Hele anne olacağını öğrendikten sonra bir olgunluk gelmişti üstüne. Çocuğu için adamın söylediklerine katlanıyordu. Sonraları karnında çocuk mu var demeden dövmeye başlamış kocası. Çocuğun doğmasına yakın dükkânı satıp gitti ilçeden. Gülden karnı burnunda bir başına kaldı öyle. Gülden baba evine dönmek istemiyordu artık. Mahallenin kadınlarını toplayıp düşküne yardım etmek dinimizin gereğidir dedim. Uzun uzun konuşup anlattım. Sonunda kadınlar ikna oldular. Çocuk doğana kadar her gün birimiz Gülden’in yanında kaldık. Çocuk doğdu. Burnu, gözleri, çenesi aynı güldendi. Çok dua ettim kaderi benzemesin diye. Çocuk eli yüzü düzgün doğunca testler yanlış mıydı acaba diye şüphe ettik. Bekleyelim çocuk büyüdükçe belli olur dedik. Gülden bir başına sakat bir çocuğa bakamazdı. Ailesinin yardımlarıyla biz mahalle kadınlarının yardımlarıyla gülden evi çekip çevirmeye çocuğu büyütmeye durdu. Bu uğraşlar içinde zaman hızla geçti. Çocuk büyüdükçe güzelleşti. Çocuk güzelleştikçe Gülden kederlendi. Doktorların bahsettiği sakatlığı sonradan anladık. Akıldan yoksundu melek. Eli yüzü düzgün fiziği yerinde daha çocuk yaşında güzelliğiyle dikkat çeken melek, akıldan yoksundu. Konuşmayı öğrenemedi. İhtiyacı olduğunda gelir annesinin karşısında durur işaretler yapar sesler çıkarırdı annesi de anlardı. Onu anlardı da konuşmaya zorlardı hep. Bu çabaları işe yaradı. Dili açıldı kızın sonradan. Ama melek iyiyi kötüyü bilmezdi. Mahallenin çocukları dulun deli kızı diye almazlardı onu aralarına. Bir kenarda kendi başına oyalanıp dururdu melek. Yüzünü gördükçe kendimi tutamaz ağlardım oğlum. Çok masumdu. Günahsızlığı yüzüne yansıyor, güzelliğine güzellik katıyordu. Biz korur kollardık ama herkes iyi niyetli değildi tabi. Gülden son konuşmamızda mahallenin serserilerinden bahsetti. Kızdan faydalanmak istiyorlarmış. Kız kendini koruyamayınca , konuşup derdini anlatamayınca tam anlamıyla kimse öğrenmez bir şey olmaz diye düşünmüşler herhalde. Gülden perişan olmuştu. O günden sonra iyice çöktü. Annem kırgın sesi ile anlatmaya devam ederken dayanamayıp sordum

Anne gülden teyze nasıl anlamış kızına dokunduklarını?

Kız anlatmış

Nasıl?

Bir gün oyun oynamak için dışarı çıkmış melek. Biraz zaman geçtikten sonra eve gelmiş. Gözlerinin içi gülüyormuş kızın. Annesine abiler benle oyun oynadı demiş. Bunu söylerken de elleriyle kendi göğüslerine dokunup “ abiler benle böyle oynadılar” diyormuş. Gülden’in de böyle haberi olmuş. Zaten korkuyormuş kızının bu halinden faydalanmalarından korktuğu başına gelmiş.

Sonra anne?

Sonrası daha kötü oğlum. Felaketler ardı ardına gelmeye başladı. Gülden bir ikindi vakti sırtında bir ağrı hissetmiş. Yorgunluktan olacak diye geçiştirmiş ama eksilmemiş ağrı. Doktora gitmiş nihayet. Yine bir sürü test yapmışlar. Kansersin demişler. “O zaman dünya başıma yıkıldı ” Zeynep dedi bana. Günlerin sayılı demiş doktor.

Annem hatırlayıp anlattıkça o günleri tekrar yaşıyormuş gibi oldu. Hıçkırıkları boğazına dizilmiş nefes alamayacak gibi sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı. Bu kadar üzüleceksen anlatma kalsın dedim ama Anlatmak istediğini hissediyordum. İyi gelecekti. Anlatırsa gülden ve melek biraz daha yaşayacak gibi gelmişti belki de ona. Kendine geldikten sonra anlatmaya kaldığı yerden devam etti.

Kanser olduğunu öğrenince bana gelmiş hemen. “ gidecek kimsem yok, yapacak bir şeyim yok “ deyip duruyordu. Karşımda oturup konuşuyormuş gibi hatırlıyorum gözlerimin içine bakarak: “ ben kızımdan önce ölemem Zeynep” dedi. Sonra durgunlaştı birden. Pencereden mezarlığa bakıp sustu uzunca bir müddet. Müsaade isteyip kalktı sonra. Gidişinden bir şeyler olacağını sezmiştim oğlum.

Bu sabah çayımı alıp kitap okumak için buraya oturdum. Açık pencereden hafif bir rüzgâr doluyordu içeri. Huzurlu hissettim ilk kez onca yıl sonra ilk kez. Hemen sonrasında sala sesini duydum. Ardından da gazetede haberi gördüm.

Anlatacaklarını bitirmiş olacak ki sustu annem. Ben gazetedeki habere bakıp “ feci bir kaza” dedim

Annem kaza değildi oğlum dedi, ekledi sonra “Gülden melek kızını dünyanın kirinden kurtarmak istedi. Birlikte Allah’a yürüdüler.”

Annemi orada kederi ve huzuruyla baş başa bıraktım. Böylesi daha iyi olacak gibiydi. Annem , Gülden intihar ettiği için kederliydi ama ele ayağa düşüp kızı da kendi de perişan olmadan öldüğü için de huzurluydu. Belki de yapamadıklarına ağlıyordu bu kadar. Odama çekildim uyuyamadım sabaha kadar. Sabah markete gelenlerden detaylarını öğrendim olayın. Gülden melek kızını aklamış paklamış süslemiş. Kendisi de süslenmiş düğüne gider gibi. El ele mahallenin yanından geçen tren rayına çıkmışlar. Mahallenin bir km kadar ilerisinde ilçenin girişi sayılabilecek bir yerde ray üzerinde bir kör nokta var. Orada beklemiş gülden tireni.

Adım Bünyamin. Yirmi sekiz yaşındayım. Berbat geçtiğini düşündüğüm bir hayat annemin anlattığı hikâyeden sonra Cennet’e dönüştü.

Yunus Meşe
İZDİHAM