25 Kasım 2016

Yunus Meşe, Bir Nazar Boncuğunun Ardında

ile izdiham

Biraz seyretmek istedim. Böyle uzaktan bakınca her şey eksiksiz ve yerli yerinde gibi. Gülce yatakta bir ölü gibi kıpırtısız , bir bebek kadar güzel uyuyor. İnsan ancak uyurken güzel kalabilir. Yormayan bir sesi var. Kaprisleri ve sonsuz soruları olan diğer kadınlar gibi değil. Bir erkek ne ister diyorum. Daha fazla ne ister? Eksik ama. Bu his yıllardır içime kök salıyor. Cılız bir kılcalken şimdi söküp atamayacağım kadar büyük. Kuvvetli. Gülce’nin kara saçları yastığın üzerine düşmüş. Hafifçe yana itip yastığına bir not iliştirdim. Çıktım hemen. Dursam , biraz daha dursam asla gidemezdim.  “Her şey çok güzel ama ben o nazar boncuğunu bulmalıyım gülce. Sonra görüşürüz. Belki….” Notu okuduğunda neler yapacağını biliyorum sırasıyla. Sakince bir sigara yakacak. Sonra ağlayacak. Gittikçe daha şiddetli. Bağıracak, küfredecek. Birkaç eşya kıracak. Sakinleşecek sonra. Bir sigara daha yakacak. Eşyalarını toplayacak. Dişlerini fırçlayıp ayrılacak evden. Dişlerini fırçalayacak çünkü sadece benim yanımda benim evimde sigara içer. Kokmak istemez başkalarına. Böyle olacağını biliyorum. Gülce sonunda gideceğimi biliyordu çünkü. Bunu bile bile yanımda kalmıştı.

                Gurubumuz erkeklerden oluşuyor. Bir tur şirketinin düzenlediği gezide, katılan herkesin tek ve erkek olması bir mucize. Üstelik çoğu yaşlı. Aşk tepesine yaklaştıkça ayaklarıma başka bir güç geliyor. Duramadım daha fazla. Guruptan ayrılıp yokuşu tırmanmaya başladım. Rehber arkamdan bağırdı. “ ilk gelişim değil, tepede buluşuruz” dedim.  Soluğum kesilmişti ulaştığımda. Nazar boncuklarına boğulmuş dilek ağacı bir kaç metre ileride bekliyordu. Gidemedim bir süre. Nazar boncuğunu bulduğumda ne olacaktı? Her şey anlamını yitirebilirdi orda. Ya da hiçbir şey olurdu. Hiçbir şey. Bir şey olmalıydı ama bunun için gelmiştim. Yaklaşabildim sonunda. Cebimden solmuş fotoğrafını çıkardım. Burada bir dala uzanmıştı. Çocuklar gibi mutluydu. Yüzünden okunuyordu heyecanı. Bir fotoğrafa bir ağaca baktım. Nazar boncukları doğruydu ama ağaç yanlıştı. Derin bir nefes aldım.  Orada, hemen yüzleşmeye korkmuştum. İçten içe seviniyordum yanlış yerde olduğuma. Gurup tepeye çıkana kadar doğanın ayaklarıma serdiği mucizevi yapıları izlemeye koyuldum. Buralarda bir yerde mutlaka başka bir ağaç olmalıydı. Kayaların yüz yıllar boyunca sular, seller, rüzgarlar tarafından aşındırılması ile oluşmuş mucizevi yapılar. Peri Bacaları.  insan keşfetmiş sonra burayı. O kayaları oymuş. İçine yerleşmiş. Mezar olarak kullanmış. Şimdilerde en güzel yerleri otele çevirmişler. Neden bu kadar çabuk öldürüyoruz güzeli?  Bunları düşünmenin yeri değil dedim. Şimdi yürü sadece. O ağacı bul artık. İçimden sessiz ama sert komutlar sıralıyordum kendime.

                Tepeden ayrıldık. İçerilere doğru yürümeye başladık. Rehberimiz  “sırada Saklı Kilise var” dedi. “Sonra da kaya mezarlarını ziyaret edeceğiz.” Rota umurumda değildi. Israrla nazar boncuklarını ve dilek ağacını arıyordum. Saklı kilise çıkan merdivenlerin karşısında buldum aradıklarımı. Fotoğraftaki bütün detaylar bilinçli olarak dokunulmamış gibi oradaydı. Eski bir tekerler, kırık çömlek parçaları, bağlanan iplerden doğal renklerinin görünmediği dilek ağacı. Bir daha dikkatle baktım. Tam oradaydı. İki ince dalın arasına bağlanmış duruyordu.mavi , beyaz, ince bir siyah leke ortasında.  Uzandım. Dokundum. Öptüm sonra. Öpüp yerinde bıraktım.Bir sıcaklık aktı boncuktan dudaklarıma. Ellerimi uzatsam ona dokunacakmış gibi hissettim. Geçti sonra. Gurubun arkasından yürümeye devam ettim. Fotoğraf avucumda terleyip duruyordu.

Öldürücü bir sıcak var. Tüfler havaya yapışıp kalmışlar sanki. Nefes aldıkça boğuacak gibi oluyorum. Rehber kaya mezarlarını anlatıyor. “ kaya mezarlar genelde bir kişi için hazırlanır. Ölü değerli eşyaları ile birlikte gömülür buraya. Fakat burada bir istisna görüyoruz.” İşaret ettiği yere baktım. Bir kaya mezarın içinde yan yana oyulmuş iki oyuk. “yaşarken kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar burada el ele yürümüşler ölümün soğuk kollarına. Ancak ölümleri ikna etmiş ailelerini. Geç olmuş anladıklarında. Bari o sonsuzluk gününü birlikte beklesinler demişler. Buraya yan yana koymuşlar onları. Tabi insanlar yağmalamamış olsalardı bu mezarları, eşyalarını da görecektik”

                Ancak ölümle taçlanan bir aşk kusursuzdur. Fakat güzel olan onu kusurları ile yaşamaktır. Kusurları ile yaşamamız mümkündü hala. Telefon numarası ezberimdeydi. Gruptan ayrılıp aradım. Yaşamına bir şekilde dahil olmuş herhangi biri ile konuşur gibi açtı telefonu. Kızgın, sitemkâr ya da üzgün değildi. neredeyse mekanikti. Soracak onlarca sorum. Ellerine teslim edilecek cümlelerim vardı. Yuttum hepsini bir bir. Hiç başlamayan bir onuşma böyle sonuçlandı. Bir kaya mezarının dibine çöktüm. Çantamdan not defterimi çıkardım ve ilk öykümü yazmaya başladım

            “Nazar boncuğunu buldum. Uzandığın dalı da. Fakat ellerin eksik.”

Yunus Meşe

İZDİHAM