2 Mart 2016

Yasin Şafak, Adapazarı’nda kırk yıl

ile izdiham

İstanbul’a en yakın Anadolu denir Adapazarı’na. Bu tabiri bir arkadaşımdan duymuştum fakat yaygın, anonim gibi gelmişti kulağıma. Evet, neticede Adapazarı net şekilde taşradır: Merkeze, İstanbul’a yakındır ama birleşik değildir. Necati Mert’in yazılarında hikâyelerinde geçtiği şekilde son 30-40 yıl için böyleydi, halen de böyledir. 20 dakikada 100 km yol alan trenler Türkiye’de de olduğunda belki durum değişir miydi? Olabilir de olmayabilir de. Neticede bu mesele belki de sadece mesafe-zaman değildir. Bu, mesafenin oluşturduğu/etkilediği/yerleştirdiği bir yaşam biçimidir. Oturup kalkma düzeni biçiminde dahi kalsa farklı bir yaşam ritmidir.

Kültürcülüğü, benmerkezciliği, otantikliği en sevmeyen devrimci akımlar dahi bir şehrin hikâyesini coşkuyla anlatır. Sınıfsal/sosyal/siyasi meselelere değdikçe insan hikâyeleri bir ülkenin fotoğrafını yavaş yavaş çekmiş olur.

Yugoslavya-Karadağ’dan Djilas bir ailenin hayatında bazen bir ülkenin tarihini okuruz, anlarız demiş. O tarz yazın yaygın olarak söyleşi/toplu söyleşi kıvamında önümüze çıkar. Hem yazan için daha kolaydır hem de okuyan. Necati Mert ise daha zor olan tarzı tercih ederek kendi kaleminden şehrin hatıratını yazmış. Meslekten hikâyeci olan Necati Mert sohbette de ustalığını ortaya koyuyor.

Merkeze yakın taşra olmak elbette Adapazarı’na has bir özellik değildir. Fakat merkezin hemen bitiminde başlayan taşra çok olsa bu özelliği taşıyan bir çok şehir bulunsa da her birinin biricikliği ve anlatılmasa olmaz bir hikâyesi de vardır, olacaktır. Adapazarı’nın hikâyesini de oralı bir kalem sahibinden ve adıyla sanıyla bir hikâyeciden okumak isteyenler için bulunmaz bir kitap: “Memleket Kitabevi”.

Necati Mert’te güzellemeden ziyade eleştiri öne çıkar. İlgiyi, bağı, muhabbeti eleştirmekle gösteren sol geleneğe, Tarık Ali’lere, Djias’lara ben benzetirdim Necati Mert’i, bu kitabında da o üslubu haydi haydi yakaladım. Bu kitaptaki bölümlerde ayrı ayrı görülüyor, özellikle 70’ler, 90l’lar fırtınalı yıllar şeklinde öne çıkıyor.

“Memleket Kitabevi” Mert’in son kitabı. Henüz yenilerde çıkan kitap İletişim Yayınlarının şehir hatıratları serisi olan Memleket Kitapları’ndan oldu. Bu seride herkes kendi şehrinin hikâyesini çıtayı bir yere dikerek yapıyor. Kimi mimardır eserlerle okur bir şehri, kimi gazetecidir gündelik hayatın kronolojik dökümüyle.

Burada kitabevi hikâyeye ismini vermiş, çıta oraya dikilmiş. Kitabevinden yola çıkılarak Adapazarı-İstanbul, tüm memleket fotoğrafı insanın gözünün önüne seriliyor. 40 yılda memlekette ne olduysa bizim kitabevinde de o olmuştur. Kitabın moda deyimle mottosu bu. Değişimler, eğitim hayatındaki, siyasal hayattaki çatışmalar, baskılar, siyasetin sokağa, insanlara etkisi… Kitaba “Memleket Kitabevi” ismini veren kitapçının ismi gerçek hayatta “Gelişim”. Adapazarı Havuzlu Çarşı’da bulunur. Şehirde, siyasette, eğitimde değişimi okuyan, değişimi önemseyen, değişimi dert edinen, değişimi kaleme döken Mert bir şerh düşer kitabın orta yerinde: Her değişim gelişim değildir.

Necati Mert

Bu manada gelişmek muhakkak olumlu bir durumu ifade etmek zorundadır. Kimi zaman geçmiş, kimi zaman gelecek daha olumlu olabilir. Bu hayatta buna hazırlıklı olmalıdır, bu durumun hakkı teslim edilmelidir. Mert’in toplumcu-gerçekçiliği özetle böyle bir zeminden yola çıkar.

Necati Mert bir öykücüdür. Kendisi hikâye demeyi tercih eder. Gündelik hayattan da merhabamız olan Necati Hoca Adapazarı’ndaki kitabevi haricinde dönem dönem edebiyat öğretmenliğini de sürdürmüştür. Sosyalist çizgidedir. Muhaliftir. Devletçi düşüncenin sosyal demokrat, Kemalist, muhafazakâr, İslamcı hiçbir versiyonundan hazzetmediğini her zaman belli eder. Köşe yazılarında ve bu kitabında sohbet yönü güçlüdür, sıcaktır, didaktik olmayan, ders vermeyen üslubu sevdirir ve gülümsetir.

Anahtar kavramı çokça “taşra” olur, “toplumcu gerçekçiliğim” dediği tarzı ordan yola çıkar, ,ideolojiyi kalıp/ezberli olandan sıyırıp daha gerçek, gündelik hayata yansıtır. Taşra daha yeni anlamlar kazanır: Merkezin, iktidar odağının ötelediği her kimse ve neyse “taşra” olur. Bir ötekileştirme olmaksızın bir sen-dur sen-geç seçkinciliği olmaksızın hepsi: Solculuk, İslamcılık, Kürtlük ve daha nicesi. Devlet/merkez hangisini öteliyor/eziyor/baskı altında tutuyorsa, sesini kısıyorsa.

“Memleket Kitabevi” tutuklamayla açılıyor. Mert 12 Mart döneminde Mayıs 1971’de tutuklanıyor. Kitabevinin açılışı da o yıllar. Mahkeme, baskılar, sürgün, tehdit sebebiyle edebiyat öğretmenliğinden istifa edip kitapçılığa başlıyor. İlk hikâyesi yine bu dönemlerde 1972 Temmuz’unda “Yansıma” dergisinde yayımlanıyor. Hikâyeciliğinden çokça bahsetmiyor elbette. Sadece bazı isimleri ve seneleri okuyoruz. Mert kendinden çok toplumdan/memleketten/edebiyattan bahsediyor. Adapazarlı olan ve Mert’in şahsen tanışıklığı olan Faik Baysal’ın ayrı bir yeri var. Kitabın bazı bölümlerinde edebiyat geçidi yaşanıyor: İstanbul, yayıncılar, kitapçılar, paneller, tartışmalar… Burda hangi birini ansak diğeri eksik kalır. Ama eşrafı, sokağı da unutmaz. Herhangi bir grubu, sınıfı, siyasi çevreyi ötelememek olanca doğallığında kitaba sinmiştir. Necati Mert gerçek hayatta da böyledir. Şu 40 yıl içinde memleketin gördüğü her şeyi kitabevim de gördü, diyerek bulunduğu mekânı, yaşadığı zamanı şehrin ve ülkenin yani memleketin ortak kaderiyle anar, anlatır.

Yasin Şafak, Tasfiye, Ocak-Şubat 2014
İZDİHAM