9 Mart 2016

Yasin Kara, Şiiri bırakıp Ferrari aldım

ile izdiham

Doktor, kanser olmadığımı ve sigarayı bırakmam gerektiğini söyledikten sonra hastane koridorlarında yürürken önünden geçtiğim poliklinik isimleri gözlerimden film şeridi gibi aktı. Hematoloji, kemoterapi, kalp damar cerrahi… Bunların mutlaka bir anlamı var dedim. Polisi-temi, aşırı kan pıhtılaşması, vücutta olması gerekenden daha fazla kan bulunması, öksürük, tütün. Ve Kalp doktorunun bana ‘korkma, şimdilik kalbin öldürmeyecek seni’ demesinden sonra ona ölmekten korkan kim hocam? İyi ki ölmek var. Ya hiç ölemeseydik? Düşünsenize 1000 yıldır bu dünyadasınız ve hala doktorsunuz. Ben ölmekten korkmuyorum. İçimde tuhaf şeyler oluyor. Sadece içimde olup da bir türlü bitmeyen ne var onları öğrenmek istiyorum demem. Bunun üzerine doktorun bugüne kadar hastalarına yazdığı tüm reçeteleri bir kenara atarcasına kafa sallaması.

Hastaneden çıktım. Yanımda Nil nehrine doğan ayın yüzüne düştüğü  canım kardeşim ve suça sürüklenmek ona bir emir halini vermiş 14 yaşında bir çocuk. Onlarla yürüdüm bir müddet. Damarlarıma iğneler düştü. Kanıma onun gülüşü. Bundan sonra ne olacak ki? Nasıl yaşayacaksın Yasin? Dedim kendime. Kanser de değilsin. Ölümün kursağında kaldı. Makul sebep bulamazsa günlük hayat daha gidilecek çok yolum var demekti Hematoloji doktorunun söylediklerine göre.

Bir şeyler yapmam lazımdı. Hayatı biraz daha çekilir kılabilecek, kalbimi kandıracak şeyler. Çünkü ameliyat sırasında içinde ambulans unutulmuş bir hastanın dramı geziyordu gözlerimde. Kalbimde çalan sirenlere rağmen hiç bir aşkın acil servisinde yer bulamıyordum gözlerime.  Müsaade etseler kalacaktım oysa sevgililiğin müşahedesi altında. Böyle düşünürken ezberime takılan İsmet Özel’in Münacaat şiirden bir kaç mısra dilimden hastane bahçesine doğru dökülüverdi: Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi. /  Hâlbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti

Gitmek, yollara düşmek, belki yollarda unuturum demek çok sevdiğim eylemlerdi. 1974 model vosvosum Çiko’ ile yollarımız ayrıldıktan sonra bir daha kalbi olan bir araba almamaya karar vermiştim. Araba da olsa ayrılığı zor oluyormuş. Bir araba alıp yollara düşmenin vaktiydi artık. O akşam eve gelip ikinci el satılık araba ilanlarının olduğu internet sitelerini gezdim. Ve bu Ferrari görünümlü arabayı buldum. Budur dedim. Kararımı verdikten bir kaç gün sonra da almak nasip oldu.

Bir sebeple kilit vurulmuş kapıların önünde durup zile basınca kapıyı açan biri olur ümidiyle geçerken ömrüm, kilitli kapıların önünde asılıp kalmış kalbim. Kilitleri çözmek isterken kilitlenip kaldım. Zincirlerime dokunmayın!  Bu kadar dram yeter, yetsin istedim. Arabayı aldıktan sonra Bülent Parlak’a şöyle dedim: “Şiiri bıraktım. Ferrari aldım. Kanser de değilmişim. Oksijenim azalmış.” Güldü. “Çok iyi yaptın” dedi. “İstanbul’a gelince İzdiham Ferrari günleri yapalım, köprülerden geçelim” dedi. İkimiz de güldük. Fabrika ayarlarına dönüş provalarına başladım. Ne çok acı var diye diye acılandım durdum. Belki biraz da yoruldum. Dünya aslında gülümsemelerin de olduğu bir yerdi değil mi? O, nasıl oluyordu sahi?

İzdiham Ferrari günlerinde üzerinden geçtiğimiz köprülerden denizlere acılarımızı dökerken görüşmek ve gülüşmek üzere efendim.

Bunu söylemeden gidemeyeceğim: Bana “Mostar köprüsü gibisin. Bir çok kere yıkılmışsın ama hala ayaktasın.” diyen de Güven Adıgüzel’dir.

Yasin Kara

İZDİHAM