28 Şubat 2016

Victor Hugo, Şairin Görevi

ile izdihamdergi

Niçin sürgünsün şair yaşadığın toplumda? (1)
Işıksız bir karmaşadır siyasal partiler,
Bir yararı olur mu şu tasasız ruhuna?
Çiçeğe durmuş şiirin sararıp soluyor;
O boğucu, kirli havalarında onların,
Güzelim buhurların, günnük kokuların;
Şaşırıyor yolunu soluklarını duyunca.
Köle ruhlu kavgalarında senin yüreğin,
Çimeni gibidir yaşadığımız kentlerin
Gelip geçenlerin ayaklarının altında.

Halkın ve kral, dumanlı, sisli başkentlerde
Nasıl çarpışıyor iki ölümcül güç gibi,
Duymuyor musun seslerini dehşet içinde,
Sen ey toprağına tohum serpiştiren çiftçi!
Sen ey şair, sen ey usta, kapat kulağını!
Bu şamatanın sana hiçbir yararı var mı?
Gürültünün patırtının içinden gelen
Bu insanların arasında asla yer alma!
Dizelerde tanrıya şarkılar söyleyen sen
Uzak dur, uzak dur, onlara sakın karışma!
Arınmış ruh, şarkını göklerde meleklerin
Verdiği huzurlu, barışçı konserde söyle!

Sen ey kutsal çiçek, sen de gidip çöllerin
Engin gökleri altında serpilip büyü!
Sen ey düşsever insan, sığınakları ara!
Gizli mağaraları, barınakları ara!
Unutuşa kanat aç bulmak için sevdayı,
Sessizliğe koş eğer işitmek istiyorsan
Gökten gelen o sevecen ve o ciddi sesi,
Loş yerlere koş gönü görmek istiyorsan.(2)

Haydi ormanlara git, haydi sahillere git!
Kendi tatlı şarkını oralarda bestele!
Yaprakların ve gök gibi mavi dalgaların
Şarkılarıyla, ilahileriyle birlikte.
Tanrı seni bekliyor kutsal bir yalnızlıkta;
Tanrı ne çokluklarda, ne kalabalıklarda;
İnsan küçüktür, nankördür ve beyhudedir.
Her şey kırlarda titreşir, kırlarda ah çeker.
Doğa büyük bir çalgıdır, büyük bir lirdir,
Şair ise o büyük lirin kutsal yayıdır.
Fırtınalarımızdan çekil ey bilge kişi!
Bu imparatorluk ki tehlikeli sularda,
Yol alıyor, ne dümeni var ne pusulası
Sen sakın aldanma, sen sakın kanma ona!
Bu gemi senin için bir aralık ayında,
Bir balıkçının kurutmak için ağlarını
Gerdiği odasının en ücra köşesinden,
Uğursuz bir gürültüyle gece karanlıkta,
Ürperen ve yana yatmış direkleriyle,
Geçişini duyduğu bir gemi gibi olmalı.

II.
Çok yazık! diyor şair, yazık, hem de çok yazık!
Ben suların ve ağaçların sevdalısıyım;
Onların mırıltıları, fısıltılarıyla
Yoğruldu, olgunluğa erişti yetkin aklım.
Kin, nefret yoktur evrenin yaratılışında.
Engeller yoktur onda, zincirler yoktur onda.
İyilik doludur çayırlar, dağlar, tepeler;
Gülleri, çiçekleri anlatır bana güneşler;
Doğada, uçsuz bucaksız bir huzur içinde
Ruhum dört bir yana ışıklarını saçar.

Seviyorum seni, seviyorum kutsal doğa!
Senin içinde eriyerek sen olmak da var;
Oysa serüvenlerin yaşandığı bu çağda
Herkes kendini başkasına tutsak kılıyor.
Her düşünce bir güçtür, her düşünce kuvvettir.
Tanrı özsuyunu kabuklar için yaratır,
Yeşermiş, çiçek açmış dalları kuşlar için,
Ovadaki bitkiler, otlar için dereleri,
Dolu kadehleri dudaklarımız için,
Akıllar için düşünürü, bilge kişiyi.

Tanrı böyle istiyor çelişkili zamanlarda,
Herkes çalışır ve herkes bir hizmet sunar.
Kardeşlerine dönüp de “Ben artık çöle
Gidiyorum” diyenlere yazıklar olsun!
Kinler, nefretler, rezillikler şu şaşkın,
Huzursuz halkın yakasına yapışmışken
Ne ayıp ayakkabısını giyip gidene!
Hiçbir işe yaramayan bir şarkıcı gibi
Kentin kapılarından apar topar tüyen,
Kırık dökük düşünüre yazıklar olsun!
Daha güzel günleri hazırlamak için şair
Karanlık günlerde, kötü günlerde gelir.
Ütopyaların, düşsel ülkelerin adamıdır;
Ayakları burada, gözleri başka yerdedir.
İster yersinler onu, ister övsünler, ne gam!
O peygamberler gibidir, her an, her zaman
Ve her yerde, içine her şeyi sığdırdığı,
Elinde salladığı bir meşale gibi
Geleceğimizi, güzel günleri aydınlatır.

Halklar sıkıntıya düştüğünde onları görür,
Hep aşklarla dolup taşar tüm düşleri.
O düşler ki nesnelerin ona fırlattığı
Gölgelerin, karanlıkların ürünüdür.
Alay etsinler onunla, varsın etsinler,
O düşünmeyi sürdürür ve kitlelerin
İşitmediği şeyi sessizliğe kaydeder.
Kimileri küçümser, görmezden gelir onu
Bu boş insanların sözlerine güler geçer,
Kahkahayla güler ve sessiz sessiz düşünür.

Uğultularını ve hıçkırıklarını
Dalga dalga kumsallara yayan kalabalık,
Bir okyanus gibi düşlerimizin üstüne
Kuşkuyu ve alayı yayan kalabalık,
Seni kıvançlandıran soylu, yüce düşünce
Devam ediyor gök bak hâlâ kekelemeye,
Ama yaşamın damgasını da taşıyor,
Çünkü insan soyu var Havva’nın karnında
Kartal yumurtasında kartal, meşe palamudunda
Meşe var! Bir beşiktir Ütopyalar da!

Zamanı geldiğinde kamaşmış gözlerinizle,
Bu beşikten, serpilip açmış yürekler için,
Daha iyi bir toplumun çıktığını göreceksiniz.
Hakkın doğurduğu görevin, kutsal düzenin,
Galip gelen inancın ve iyi geleneklerin,
Çıktığını göreceksiniz. Bu devingen ve
Hep kıvançlı ya da hep üzgün kalabalık,
Yasanın ancak düşler kurarak devşirdiği
Bir şeylerin tohumunu bir gün atacaktır.
Bir gün ayaklarının üstünde duracaktır.

Fakat bu güçlü tohumları taşımak için,
İçinde kutsal ışınların arındırdığı,
Esin dolu, sapasağlam yürekler gerek.
Katıksız yürekler, tertemiz yürekler gerek.
Alabora olur tayfası olmayan gemi
Kadırganın yol alması için nasıl ki
Kürekçiler her iki yandan kürek çekerse,
Herkesi ve herşeyi anlayan Tanrının da
Ancak büyük ruhlara düşüncelerinin
İki yanında kürek çektirmesi gerek.

Uzak dursun sizlerden kutsal kuramlar, (3)
Uzak dursun gelecek zamanın yasaları,
Geçmişte sizin yıldızınız altından giden,
Sonra sanrının arkasına gizlendiği,
Örtüyü kaldırıp atıp da ruhunu pintilik,
Ve tutkunun en alçakça emellerine
Hiçbir şey olmamış gibi hemen teslim eden,(4)
Geçmişi, anıları, umutları olmayan,
Bu solgun dudaklı konuşmacı, bu hatip
Uzak dursun sizlerden, uzak dursun sizlerden!

Uzak durur adı insan sarrafına çıkan,
Keselerini altınla doldurmak isteyen,
Efendisini yeni hizmetçiler taşıyan,
O eski rahip gülücüğünü götüren,
Dinselliğini pazara çıkarıp satan,
Yırtık gülücükleriyle tüm kötülüklerin,
Göbek attığı bu zevk, bu eğlence cümbüşünde,
Başkaları düşünürken o kafayı çeken,
Gerçek hazineleri çar çur edip kaybeden
Cüce ruhlu mağrur devden uzak durun! (5)

Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan
Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun!
Günün birinde kaplan kesilecek olan
Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun!
Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından,
Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen
Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun!
Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden,
Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan,
Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan!

Yalnızca bu adamların eline kaldıysak,
Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda,
Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde
Nasıl olur da bağırmaz “yazık! yazık!” diye
Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez,
Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta,
İnmek üzere olan akşamın karşısında,
Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker,
Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına
Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar. (6)

Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi
Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin,
Yergici şairlerin, alaycı şairlerin,
Aristofanes’lerin, (7) ve kara şairlerin.
Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için,
Petrone (8) karanlıkta uykusundan uyanıp,
O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı.
Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde
Archiloque’un (9) topal vezni, aksayan vezni
Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde.

Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman,
Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır,
Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden,
Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden.
O hep üzgün ve tasalı koyaklar için,
Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için,
Gururun yoldan çıkardığı yürekler için,
Uçurumların üzerindeki bir doruğa
Işınlarını bırakır, ışınlarını ve
Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne.
Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler,
Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler,
Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller,
Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler!

Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar!
Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda,
Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa
Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret!

Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar,
Sizler! yolun zifiri karanlıklarında,
Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini
Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular!
Sizler, kafaları acı çeken düşünürler!
Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar!
Koyak’ın böğürtlerine sarkmış olarak
Uçurumların kıyılarına tutunanlar!

Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların
Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar!
Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar!
Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar!

Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında
Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler!
Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş
Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz.

Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini,
Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler!
Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar!
Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler!
Sizler, ey sabrın ve direncin insanları!
Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler!
Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini
Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar!

Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar!
Sizler tek silahı övendire olan çobanlar!
Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar!
Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar!

Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu
Bir sabahın izini, bir karığı izlesin;
Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan
Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun;

Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin,
Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken
Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe
Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın;

Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden
Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun,
Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda
Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın.

Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde
Hedef çok yakında ortaya çıkacak,
Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu
Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak.

Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden
Yeterince geceler ve fırtınalar geçti.
Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı!
Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi!
Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire!
Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere!
Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur,
O muştulayacaktır size karanlıkları,
Delecek olan gelecek zamanları
Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir
Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı,
Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa,
Onun ruhuna da öyle usulca seslenir,
Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle.

Çünkü O’dur bütün dikenlere karşın,
Arzulara ve kederli olaylarla karşın,
Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği
Toplayarak yürümeye devam eden odur.
Gökyüzünün kutsayabildiği her şey,
Ve yeryüzünün kapladığı her şey,
Bereketli, verimli bir gelenekten doğar.
Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler,
İster insansal olsunlar ister tanrısal,
Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar.

Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne
Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini,
Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz
İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri.
Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor,
Kenti, çölü, Louvre’u ve kulübeyi,
Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri,
Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden
Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları,
Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren. (10)
(1) Diğer insanların tersine şair kalabalıkların içinde kendini sürgün hisseder.
(2) Hugo, “Görünüm” adlı piyesinde de bu düşünceyi işler.
(3) Vigny de “Katıksız Tin” terimiyle aynı düşünceyi işler.
(4) Hugo Tevrat’a gönderme yapıyor.
(5) Hugo burada her dönemin başbakanı Talleyrand’ın portresini çiziyor.
(6) Hugo Tevrat’a gönderme yapıyor.
(7) Aristophane: V. yüzyılda yaşamış Atinalı ünlü güldürü yazarı.
(8) Petrone: Satyricon’un yazarı. Neron’un çok sevdiği yazar. Zamanın gelenek ve göreneklerini hicvediyordu.
(9) Archiloque: İ.Ö. VII. yüzyılda yaşayan yergici İyonyalı şair.
(10) Çocuk İsa’nın önünde bağlılıklarını bildirecek olan krallar ve çobanları Beytlehem’e götüren yıldız gibidir şiir.

Victor Hugo

İZDİHAM