20 Nisan 2016

Van Gogh, Theo’ya Mektuplar

ile izdiham

Amsterdam, 3 Nisan 1878

Konuştuğumuz üstüne daha epey düşündüm, ve istemeyerek «dün ne idiysek bugün de oyuz» sözleri geldi aklıma. Ama bu demek değildir ki durmalı ve ilerlemeye çalışmamalı, tersine ne yapıp yapıp ilerlemenin yolunu bulmalıyız.

Ama bu sözü bir kere benimsedik mi bir daha gerileyemeyiz, nesnelere özgür ve güvenli bir bakışla da baktık mı, geri dönüp sırt çeviremeyiz onlara.

«Dün ne idiysek bugün de oyuz» diyen adamların «doğru adamlar» oldukları kaleme aldıkları yasadan belli; bu yasa her zaman var olacaktır, «yukardan gelme bir ışığın altında» ve «ateşten bir parmakla» yazıldı denebilir bu yasa. «Doğru adam» olmak iyidir, gün geçtikçe daha doğru olmaya çalışmalı, doğru olmak için de «içine dönük bir ruh adam!» olmak gerektiğine inanmak yerindedir.

İnsan bu cins insanlardan olduğuna kanı getirdi mi, ereğe varacağından emin olarak rahat rahat, güvenerek yürür yolunu.

Adamın biri bir gün kiliseye girip şöyle bir soru sormuş: «Bunca iyi niyetle yanılmış olmayayım sakın? Yolu şaşırıp yanlış yola sapmış olmayayım? Ah, bir kurtulabilsem bu kararsızlıktan! Sonunda yeneceğimden, başaracağımdan emin olabilsem!» Derken bir ses duymuş: «Emin olsaydın ne yapardın? Eminmişsin gibi davran, göreceksin ki yanılmayacaksın.» Adam bunun üzerine inançsız olarak değil, inançla devam etmiş yoluna ve kuşku ile kararsızlığın bir yana bırakarak sarılmış işine.

«İçine dönük ruh adamına gelince, insan genellikle tarih bilgilerini arttırarak, özellikle de Kutsal Kitaptan Fransız Devrimi tarihine ve Odysseia’dan Dickens’in, Michelet’nin kitaplarına kadar, her çağda yaşamış belli kişileri inceleyerek, bu tipi gerçekleştiremez mi kendinde?

Ayrıca Rembrandt gibi adamların eserlerinden bir şeyler öğrenemez mi?

Breton’un «Yabani Otları», de Greux’nun, «Benedicite» si, gene de Groux’nun (ya da Conscience’ın mı?) «Askere Alınan Adam»ı, Dupre’nin «Koca Meşe Ağaçları» yahut ta Michel’in değirmenleri ve kum ovaları gibi eserlerden faydalanamaz mı?

Ödevimiz nedir, nasıl iyi bir şey yapabiliriz konusunda epey tartıştık ve belli bir yer edinmenin, kendimizi büsbütün verebileceğimiz bir meslek bulmanın başlıca ereğimiz olması, gerektiği sonucuna vardık.

Ayrıca şu noktada da fikir birliğine varmıştık sanırım: insan en başta sonu, ereği gözetmeli, bir ömürlük çalışmalar ve çabalar sonunda varılan bir zafer daha önce kazanılmış bir başarıdan daha iyidir.

İçten, candan yaşayan, gerçek acılar ve hayal kırgınlarıyla karşılaşıp da yıkılmayan adam, her işi rastgelen ve bir bakıma bolluk içinde ömür süren adamdan daha değerlidir. Çünkü üstün değerleri apaçık ortaya çıkan insanlar, İsa’nın şu sözleriyle niteleyebileceğimiz insanlar değil mi: «Çiftçiler, ömrünüz üzüntü içinde geçer, çiftçiler, hayatta çile doldurursunuz, çiftçiler, mutlusunuz!» «Bir ömür boyu eğilmeden yıkılmadan savaşıp çalışan» insanlardır bunlar. Onlar gibi olmaya çalışmak iyi şeydir.

Demek ki yolumuzdan «indefessi favente Deo» , Tanrının sarsılmaz desteğiyle yürüyoruz.

Bana gelince, ben iyi bir şeyi, dünyada faydalı olabilecek bir şeyi dile getirmeyi başaran iyi bir vaiz olmalıyım. Bu bakımdan oldukça uzun bir hazırlık devresi geçirip, başkalarına seslenmeye girişmeden önce, kendime iyice güvenebilmek fırsatını bulmam belki daha iyi olur. Var gücümüzle gerçek, içten bir hayat sürmeye çalıştık mı her şey yoluna girer, derin acılara, gerçek kırgınlıklara uğramak zorunda kalsak da; herhalde ağır hatalara da düşeceğiz, kötülükler de yapacağız, ama daha çok hata işlesek de cömert ve coşkun olmak cimri olmaktan, fazla tedbirli olmaktan daha iyidir.

Elden geldiği kadar çok sevmeliyiz, çünkü asıl güç sevgidedir, çok seven adam büyük işler görür, büyük işler görebilecek güçtedir ve sevgiyle yapılmış iş iyi yapılmış iştir: kimi kitaplar, örneğin (rastgele sayıyorum) «Kırlangıç», «Çayır Kışı», «Bülbül», «Sonbahar Dilekleri», «Bir Hanım Görüyorum Buradan» ve Michelet’nin «Bu Tuhaf Şehirciği Seviyordum» gibi kitaplar dokunaklı ise, bunların akıl gücü karışmadan safça yazılmış kitaplar olduğundandır. İnsan yalnız birkaç söz söylemekle yetinebilir, ama bu sözler bir anlam taşımalı, anlamlı birkaç söz kimseye yaramayan, o derecede de kolay söylenen bir araba dolusu laftan daha değerlidir.

Gerçekten sevilmeye değer şeyleri candan sevdik mi, sevgimizi önemsiz, tatsız tuzsuz, ve boş şeylere harcamaktan sakındık mı, yavaş yavaş aydınlığa varır, gücümüzü pekleştiririz.

Belli bir çalışma alanında ve belli bir meslekte ne kadar, çabuk ilerlersek, az çok özgür bir düşünüş Ve davranış benimseyip değişmez kurallara ne kadar bağlı kalırsak, o kadar karakterimiz pekleşir, üstelik tek yönlü bir insan da olmayız.

En akıllıcası böyle yaşamaktır, çünkü hayat kısadır, vakit çabuk geçer; insan bir alanda yetkinliğe erer de o alanı iyice kavrarsa, daha birçok şeylerin anlayışına ve tanımına da varır aynı zamanda.

Dünyaya karışmak, birçok insanlarla görüşmek kimi zaman iyidir, kimi zaman öyle yaşamak zorundayız, ama tek başına kalıp rahat rahat çalışmayı seçen yalnız birkaç dostuyla görüşmek isteyen adam, insanlar arasında ve dünyada kendine en, çok güvenen adam olarak çıkabilir karşımıza. Güçlükler, dertler.

Her çeşitten engellerle karşılaşmamak güvenli olmak için bir neden değildir, kendimize kolay bir hayat düzenlemekten kaçınmalıyız. Kültürlü çevrelerde, en iyi topluluklarda ve en iyi koşullar içinde bile bir Robenson Crusoe’nin ya da bir doğa adamının özgün karakterinden birşeyler korumalıyız, ruhumuzun ateşini hiç söndürmeyip durmadan körüklemeliyiz. Yoksulluğu seven, ona bağlı kalan insan büyük bir varlık taşır içinde, vicdanının sesini her zaman duyacaktır o. İçinden gelen bu sesi duyan ve dinleyen adam, Tanrının en büyük armağanını edinip bir dost bulacaktır kendine, yalnız kalmayacaktır hiçbir zaman…

Bizim kaderimiz bu olsun, kardeşim, yolun açık olsun, ve Tanrı seninle birlik olup her işini rasgetirsin, sana dileğim budur. Bu dilekle elini sıkar, uğurlarım seni.

Vincent Van Gogh 

İZDİHAM