3 Ağustos 2016

Tarihin Kutup Yıldızı

ile izdiham

“Hayatının son günlerine kadar çalıştı, yönümüzü bulabilmemiz için sayısız kaynak bıraktı. Dünyanın sayılı tarihçilerinden Halil İnalcık veda etti. Onunla aynı yüzyılda doğmuş olmak bir onurdur.”

Ankara, 2009 yılı. Bilkent Üniversitesi’nin koridorlarını ellerim, dizlerim titreyerek yürüyorum. Birazdan ‘hocaların hocası’ Prof. Dr. Halil İnalcık ile karşı karşıya geleceğim, ne haddime aslında ama ona bazı sorular soracağım, o da tüm nezaketi ve bilgeliğiyle herkesin anlayabileceği şekilde cevaplar verecek. Ne kadar hazırlanmış olursam olayım yetmez diye düşünüyorum, tedirginim. Röportajımız gündelik hayat değil, tarih üzerine. Burası fotoğraf için elverişli bir oda değil, tüm karelerin içinde, her açının derinliğince kitaplar var; üst üste, yan yana, hem de odanın her yerinde. Bu tarihi fotoğrafın içerisinde olmak başlı başına bir mesele. Osman, Yavuz, Süleyman diye bahsediyor ömrünü verdiği Osmanlı tarihinin o çok şanlı sultanlarına. Bizler için tarihsel birer figür olan bu sultanlar onun en yakın arkadaşları sanki. Daha dün sohbet ettiği biri gibi anlatıyor, isimleriyle hitap ediyor onlara. Röportaj bittiğinde aynı nezakette iltifatlarını sıralıyor, onları elbette kendime saklıyorum ve öncesinde olduğu gibi sonrasında da hocanın sıkı bir takipçisi olarak hayatıma devam ediyorum.

UNESCO’nun ‘Dünya Tarihi’ kitabının 18. yüzyıl cildinin beş editöründen biri olan, dünyanın sayılı tarihçileri arasında yer alan Prof. Dr. Halil İnalcık hocamızı 25 Temmuz 2016 günü kaybettik. Bundan yedi yıl evvel, o Ankara gününde yaptığımız o röportajda konuştuğumuz meseleler bugün hâlâ geçerliliğini koruyor. Son dönemde adı sıkça duyulan Osman Gazi’ye dair soruma şöyle bir yanıt vermişti mesela, “Tarih yazıcıları, Osmanlı imparatorluğunun ecdadı oldukları için Osman Gazi’ye birçok sıfat ve hikâye atfediyorlar. İşte yok efendim, hanedanının çocuklarının dünya hâkimi olacaklarını rüyasında görmüş gibi… Mesela derler ki Osman Gazi Sultan oldu, Han oldu. Halbuki olmadı, çünkü o günkü yapıda bir hiyerarşi var buna göre öyle birdenbire Sultan olamaz. Bunlar daha sonradan Âşık Paşazade tarafından ilave edilmiş. Fakat bunun yanında İshak Fakih’ten aktarılmış doğru bilgiler de var. Önemli olan bu ikisini ayıklayabilmek. Maalesef Colin Imber gibileri bu masallara bakarak, bir tarih çıkarılamayacağını iddia ediyorlar. O zamanlar Osman’ı gören birisinin bilgilerine sahip olabileceğimizi göremiyor, kabul edemiyorlar. Ancak o zamanki tarih anlayışı, gerçek olaylarla birlikte birtakım, abartılı şeyler de eklenerek yazılıyor.”

Osmanlı tebaasının ‘Anadoluluk’ kimliği altında birleştiğini anlatmış ve sonrasında neden bölündüğünü de şöyle açıklamıştı: “Batıdan gelen milliyetçi akım üzerine başlıyor her şey. Bu halklar birer devlet kurma hayalinin peşinden gidince Anadolu’daki felaket başlamış oluyor. Anadolu kimseye nereden, hangi ırktan olduğu sorulmadan yaşanan bir yerdi. Önemli olan Anadolulu olmaktı. Unutmamamız gereken şu ki, biz hepimiz birlikte Türk devletinin idaresinde birlik teşkil ediyoruz. Bu birliği koruduğumuz müddetçe, bazı özgürlükler kabul edilmesi koşuluyla, yine dünyanın en büyük devletlerinden biri olabiliriz.”

‘Dünyanın en karışık ırkıyız’
Yine o dönemde oldukça sık konuşulan bir konu Türkler’in karışık bir ırk olması üzerine yapılmış bir araştırmaydı. Bu araştırmanın doğruluk payını sorduğumda ise “Doğrudur. Dünyanın en karışık ırkıyız diyebiliriz. Mesela siz Orta Asyalı bir Türkmenle ya da bir Kazakla hiç benzemezsiniz. Anadolu ırkların potasıdır. Türkler’den önce Rumlar da azdı. Daha çok Kafkaslar’dan inen kavimler, Ermeniler hatta Keltler bile vardı. Paflagonya bir Kelt memleketiydi. Güneydoğu Anadolu’da Sami ırktan kavimler yani Araplar bulunuyordu” yanıtını almıştım.

Prof. Dr. Halil İnalcık, bugüne dek 72 kitap yayımladı. Sırada bekleyen çok sayıda eseri var. Yedi dili akıcı bir şekilde konuşan, okuyan ve yazan Halil İnalcık, kendisiyle yakın zamanda gerçekleştirilen bir başka röportajında, insanlığın genel olarak istikâmetini kaybettiğini ancak bunun geçici bir dönem olduğunu müjdelemişti. Halil İnalcık hayatının son günlerine kadar çalıştı. O, tarihin içinde yaşayan biriydi. Beşer olan ve şimdiye dair olanla, güncel meselelerle fazla ilgilenmedi, kendisini tarihten ve çalışmaktan alıkoyacak hiçbir meşguliyete yer vermedi. Eşiyle Arapça öğrenirken tanıştı, bütün hayallerini ve hedeflerini çalışmaları üzerinden tayin etti. ‘Tarihin kuzey kutbu’ Prof. Dr. Halil İnalcık geride her birimize yönümüzü bulabilmemiz, yolumuzdan şaşırmamamız için sayısız kaynak bıraktı. Yaşadığımız yüzyılın sayısız felaketle sarmaş dolaş olduğu doğrudur ancak onunla aynı yüzyılda doğmuş olmak bir onurdur.

HALİL İNALCIK KİMDİR?

1916’da İstanbul’da doğan Halil İnalcık, aslen Kırım Tatarı bir ailenin oğlu. Yüksek öğrenimine 1935’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde başladı, 1947’te Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçildi. 1949 yılında burslu olarak İngiltere’de eğitimine devam etti, 1951’de Türkiye’ye döndü. 1952’de profesörlük unvanını elde etmeden önce Osmanlı hukuku ve sosyal hayatı üzerine çalışmalar yaptı.
Profesörlük unvanını ‘Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım İşbirliği’ çalışması ile elde etti. 1956-57 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1972’de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden emekli olunca, Chicago Üniversitesi’nce davet edildi ve 15 yıl Amerika’da öğrenci yetiştirdi. 1978’de Princeton Üniversitesi’nde düzenlenen Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi üzerindeki kongrede ‘Ottoman Archival Materials on the Millets’ bildirisini sundu. Bu bildiri ile akademik dünyanın ilgisinin Osmanlı tarihine yoğunlaşmasını sağladı. ABD’de ve İngiltere’de birçok üniversitenin bilim kurullarından davet aldı. 15 yerli ve yabacı üniversiteden fahri doktora aldı. Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi, American Academy of Arts and Asciences, Sırp, Arnavut akademileri onu bilim kurullarına danışman seçti. American Historical Association Şeref Üyesi seçti. UNESCO’nun ‘Uygarlık Tarihi’ adlı altı ciltlik kitabının beşinci cildini Peter Burke ile birlikte yazdı. 1992’de Bilkent Üniversitesi tarafından Tarih Kürsüsü’nü kurmak üzere davet edildi. 1991’de Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından Yüksek Hizmet Madalya ve Diploması’na layık görüldü. 2002 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldı.

BAŞLICA ESERLERİ
Ana eserleri arasında yer alan Osmanlı tarih ve kültürünü özetleyen, 1977’de çıkan ‘The Ottoman Empire, The Classical Age’ (Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ 1300-1600, Yapı Kredi Yayınları) kitabı İngilizce olarak dört defa basıldı, altı Balkan diline ve Arapçaya tercüme edildi. ‘An Economic and Social History of the Ottoman Empire’, iki cilt halinde yayımlandı ve Halil Berktay tarafından Türkçeye çevrildi.
Diğer başlıca eserleri arasında şunları sayabiliriz:
Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Ankara, 1954
Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, 2000
Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1 /1300-1600, Eren Yayıncılık (Prof. Dr. Donald Quataert ile, 2001)
Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2 / 1600-1914, Eren Yayıncılık, 2004.
Osmanlı İmparatorluğu – Toplum ve Ekonomi, Eren Yayıncılık.
Devlet-i Aliyye (Üç cilt).

İNALCIK EKOLÜ
Onu daha iyi anlamak için, yetkin bir kalemden Halil İnalcık’ı okumakta fayda var. Amerikalı sosyal bilimci Immanuel Wallerstein, İnalcık hakkında şu satırları yazmıştır: “Bugün dünya üniversitelerinde Halil İnalcık okunuyor ve okutuluyor. Onu dar anlamda bir ‘tarihçi’ olarak düşünmek elbette yetersiz kalır. Bizzat tarih disiplinine şekil vermiş, kendi metodolojisini ve bilgi birikimini tarihçilik mesleğine kazandırmış bir kişi olarak İnalcık, bilim çevrelerinin üzerinde uzlaştığı seçkin bir isimdir. İnalcık ekolüne mensup yüzlerce öğrenci, sadece birincil kaynakları kullanma, belge ve arşivleri inceleme yönünden değil modern anlamda tarihe sosyo-ekonomik ve kültürel birçok cepheden bakabilme becerisini ondan öğrenmiştir. Yeni kuşak tarihçiler Akdeniz, Osmanlı ve Balkan tarihi üzerindeki birçok yanlışın tashih edilmesini ona borçludur. Kitapları, sayısız makale ve ansiklopedi maddeleri, sosyal bilimciler için göz kamaştırıcı bir hazine mahiyetindedir….”
(Arka Kapak Yazısı, Makaleler, Ankara: Doğu-Batı, 2005);

Kendi ağzından çalışma metodu
“Önce rivayetler de dahil kaynakları tararım. Buna göre, mesela Osman Gazi’nin bir savaşında yeğeni ölmüş ve rivayet diyor ki, savaşta yeğeni ölünce, onu Hamza Bey köyünde gömdüler. Hamza Bey köyünün biraz ilerisinde de bir kervansaray vardı. Benim takip ettiğim şey topografik ve toponimik metodla, rivayetlerdeki yer adlarının mevcut olup olmadığını saha araştırması yaparak incelemektir. Bursa’ya giderek yakın bir Hamza Bey köyü olduğunu tespit ettim. Bölgede bir yatır olup olmadığını köylülere sordum. Köylü, yeşile boyanmış, demir parmaklıklarla çevrilmiş, önemli bir mezar olduğunu söyledi bana. Kime ait olduğunu sordum, ‘Yürüyen Dede’ dediler. Köyün biraz uzağında bir harap kervansaray olduğunu da doğruladılar. Bundan, bu rivayetin doğru olduğunu anlıyoruz.”
Bütün araştırmalarında arşiv materyaline ve belgelere dayanan İnalcık’ta teori, yaklaşım ve analiz bakımından F. Braudel ve Annales okulunun etkisi, 1950’lerde Paris’te başladı. Eserlerine bütün olarak bakıldığında onun Osmanlı tarihinin hemen hemen bütün dönemleri üzerine araştırmalar yaptığı ve muazzam bir konu çeşitliliği olduğu görülür. Eserleri temelde siyasi tarih ile sosyal ve ekonomik tarih üzerine yoğunlaşır. Kurumlar tarihi, devlet yapısı ve felsefesi, hukuk, ticaret, toplumsal tabakalar, üretim, vergi, bürokrasi, demografik yapı, şehir tarihi çalışma alanları kapsamındadır.

DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR

– Doğum tarihi 26 Mayıs değil 7 Eylül’dür, ancak kendisi sonradan 26 Mayıs tarihini seçmiştir. Bu tarih Osmanlı’nın asıl kuruluş tarihi olan Bapheus Savaşı’nın yapılmasından bir gün öncesidir.
– Osmanlı’nın kuruluşu 1299’da Bilecik’in alınması değil, 1302’de gerçekleşen Bapheus Zaferi’dir.
– Türkler’in dünya üzerindeki en karışık ırk olduğunu kitaplarında nedenleriyle anlatır.
– Asıl Türkmenler’in Toroslar’ın eteklerinde, Teke ovasında, yaylalarda yaşadığını söylemiştir.
– Türkler’in Anadolu’ya gelişi 1071 Malazgirt zaferinden çok önce, 1020’lerde başlamıştır.

 

 

 

Bedia Ceylan Güzelce
İZDİHAM
Kaynak:radikalkitap