7 Mart 2016

Sıddık Yurtsever, Ah

ile izdihamdergi

Aramızda tartışıyoruz/ yaşamak mı zor Çince mi?
Osman Konuk

Küçüktüm. Ailemin işi sebebiyle yaz tatiliniköyde geçirmem gerekiyordu. İlk defa o yaz uzunca bir yolculuğa çıkıyordum tek başıma. Birkaç sene evvel haşere çocukluğumla beraber, köye gitmiştim. Ancak bir haftada postalamıştı beni dedem, yanından. Az zamanda yaptığım çok iş onu çileden çıkarmıştı. Zaten bir hafta kaldığım içinde şehri aramamıştım. Ama şimdi başka. Tam üç ay. Takriben ömrümün kırk sekizde birini burada geçireceğim.

Köyün sarp kayalıklarla dar kalıba sokulmuş yol ayrımında bekliyorum. Beni köyün öğretmeni alacak buradan. Köydeki tek araç ona aitmiş. Yanımda dünyayla ilişkisini tam olarak kesmiş bir amca var. Elindeki pipoyla zamanı geri sarmaya çalışıyor. Arada sırada bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Kafamla onaylıyorum ihtiyarı. Birkaç sahte gülüşle geçiştiriyorum.

Yarım saat sonra öğretmen, yeşil bir Torosla beliriyor ufuktan. Araba uzaktan zülfünü öne atıp sağa sola savuran genç bir kızı andırıyor, virajlara sert giriş yaptığında. Yanıma gelince sert bir fren sesi duyuluyor. Toz silsilesiyle güzel bir karşılama hazırlamış oluyorlar böylece. Birkaç kelimeyi bulmayan hal hatırdan sonra gidelim artık diyor öğretmen. Tamam diyorum. Beni vücudunun tüm zerreleriyle bekleyen dedemi bekletmek olmaz.

Arabanın arka koltuğunda bana özel olarak hazırlanmış köşeme kuruluyorum. Ön tarafta bir kız var. Benimle hiç konuşmuyor. Bu durum pek hoşuma gitmese de pek umursamamaya çalışıyorum, yol boyunca. Öğretmen, ara sıra bir şeyler sorunca sorularını cevaplıyorum. Aslında çok zeki, sempatik ve gelecek vaad eden bir çocuk olduğumu hissettirmek için elimden gelen bütün savaş stratejilerini daha ilk karşılaşmamızda kullanıyorum. Ama ne hikmetse yüzünü bir türlü göremiyorum kızın.

Eve yaklaşınca hemen uslu çocuk provalarıyla karşılıyorum dedemi. Üzerinde bırakacağım ilk izlenimle birkaç hafta kotarmayı planlıyorum. Umarım kavga dövüş çıkmadan, alnımın akıyla geri dönerim şehre.

Birkaç gün sonra amcamın çocuklarıyla, köyün baraj manzaralı bağ evine çay içmeye gidiyoruz. Bağ evine yaklaştığımız sırada karşı taraftan bir kızın geldiğini görüyorum. O an, ilk defa faaliyet gösteren bir yanardağı andırıyor kalbim. Sol yanımdaki et parçasının birinci ve en önemli vazifesinin bu olduğuna kanaat getiriyorum.

Adı Dilrubaymış cennet gülüşlü hurinin. O gün bana göstermediği yüzü, karşılaşınca bir gelincik tarlasını andırıyor. Gözlerinin baktığı uzak noktaların kısa tarihini anımsıyorum o an. İlk defa tattığım bu duygunun bilinmeyenlerini çözmek için hafızama atıyorum. O günden sonra kalbim, yağmalanmış şehirler gibi huzursuz. Birkaç sefer onunla konuşmak istediğimi amca çocuklarıma iletiyorum. Onlar da her seferinde bu işin olamayacağına inandırmak istiyorlar beni. Ben dinlemiyorum onları, saadetime engel olmayın lan diyorum. Devşirilmiş ruhum bu acıya daha fazla dayanamayınca kimselerin olmadığı bir sokakta yakalıyorum Dilruba’yı. ‘Nasılsın canım, iyi misin?’ diyor. Nefes alamadığımı hissediyorum. Şifalı elleriyle sırtımı iyice sıvazlıyor! Kendime geldikten sonra iş görüşmesine gitmiş pervasızlığımı yüzünde gezdiriyorum. Durumun kısa özetini geçtikten sonra fazla zamanımın olmadığını bilahare ekliyorum. Bak canım diyerek dünyanın bütün gözlerini üzerine çekiyor ve devam ediyor: ‘ Aramızda en az on beş yaş var ve sen benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun.’ Bu kadar sert olacağına ihtimal vermediğim Dilruba kılıçtan geçiriyor beni. ‘Bak Dilruba neden inat ediyorsun ki aramızdaki yaş farkının birgün kapanacağına inanıyorum. Hem beraber dünyayı kurtarabiliriz. Tam şuan da pamuk şekeri ısmarlayabilirim sana. O kadar da centirmenim.’

Ne diyorsam ikna edemiyorum onu.1

Dilruba kuş olup uçuyor gökyüzüne. Kanatlarını ruhumda gezdiriyor.

Sıddık Yurtsever
İZDİHAM