6 Mart 2016

Selim İleri, Sevmek Zamanı

ile izdihamdergi

Hem Batı, hem Doğu esinli, uygarlığın her “çeşni”sine açılmış Sevmek Zamanı olanca görkemini bugün de koruyor.

Dergâh Yayınları 1973’te, kırk bir yıl önce, Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı senaryosunu yayınlamış. Türk sinemasının en güzel filmlerinden biridir Sevmek Zamanı. İşin tuhafı, yanılmıyorsam, o dönemde gösterime girememişti.

Yağmurlu bir güz gecesinde, Sevmek Zamanı’nı Halit Refiğ’in evinde, derme çatma, küçücük bir ‘beyaz perde’de seyrettiğimi hatırlıyorum. Cihangir’in dik yokuşlarından birindeydi bu ev. Hepi topu birkaç izleyici, İsveçli bir Türkolog, galiba Fikret Hakan. Film bitip, sonra biraz da bir şeyler konuşup, dışarı çıktığımızda yıkıcı melankolinin pençesine düşmüştüm. Dergâh Yayınları dedim ama, Hareket Yayınları’ymış. Sevgili Ezel Erverdi’nin varını yoğunu koyduğu yayınevi; sonra Dergâh oldu. Bir-iki yıl önce Asım Erverdi’ye telefon ettim; arşivden buldu Sevmek Zamanı’nı. Filmi izlercesine tekrar okudum. Keşke, diye düşündüm, Metin Bey diyaloglar üzerinde daha titizce durabilseydi. Gerçi, diyaloglardaki ufak tefek pürüzlere rağmen bu film unutulmazlığından hiçbir şey yitirmiyor. 1966 yapımı, bir süre sonra sinemamızda Doğu-Batı tartışması alevlenecek, Sevmek Zamanı da “toprağına, tarihine ve değerlerine bağlı yeni bir kültür hareketinin” verimleri arasında yer alacak.

Acaba öyle mi? Mevlâna, Yunus, Fuzulî, Şeyh Galip mi sadece ışığı Sevmek Zamanı’nın. Yoksa, Metin Erksan bir sentez mi arıyordu? Handiyse yarım yüzyıl sonra aklıma takıldı; üç-dört gününü ağır nezle sebebiyle evde tek başıma geçirdiğim hafta boyunca düşündüm.

Bir defa ana mekân Büyükada. Erksan Büyükada’yı herhalde boşuna seçmemişti. Büyükada’nın bir köşkü, yağmurlarda boş Büyükada sokakları, limonluklar, sahilde çarpan dalgalar, mevsim Büyükada yaşamasının şenlikli zamanı değil, ada bomboş.

“Sahne 1/ Büyükada’nın kuşbakışı görünüşü

Karayla denizin birleştiği yerde beyaz köpükten bir kuşakla çevrili, koyu renk bir denizin ortasında Büyükada’nın hüzünlü bir görünüşü vardır.”

Sâmiha Ayverdi İstanbul Geceleri adlı eşsiz monografisinde Büyükada’ya kuşkuyla yaklaşır. Yollar tertemiz, bahçeler “birer oyuncak gibi” süslü, köşkler, çamlar çok çekicidir ama, buraları, tarih boyunca, “şehre yerli bir çeşni”yle katılamamıştır. Ayverdi, Adalar’a uzaklık hissetmekten kendini alamaz.

Sevmek Zamanı’ndaysa Büyükada bir önemli simge, hatta filmin baş oyuncularından biridir.

Yarım yüzyıl sonra, hele her alanda bugünlerimize bakarak, o şiddetli, öfkeli, karşılıklı suçlamalı Doğu’ydu, yerliydi, yerlilikti, Batı’ydı, batılılaşmanın zorunluğuydu tartışmalarına artık üzülerek, ürkerek bakakaldım. Bu canhıraş tartışmayı, kavgaları, gürültüleri genç kuşaklar çokluk bilmiyorlar.

Oysa, -bence- hem Batı, hem Doğu esinli, uygarlığın her “çeşni”sine açılmış Sevmek Zamanı olanca görkemini bugün de koruyor.

“… en ulu bir deha mı yoksa dünyanın en budala adamı mı.” Orlando’dan bu kopuk tümce. İlknur Özdemir’in su gibi akan çevirisinden okuyorum bu kez. Virginia Woolf yazarlığın, yazmak sanatının bütün gizleri, hafiften istihza da katarak saptıyor; gerçekten büyüleyici:

“… nasıl yazdığını, yazdığını iyi bulduğunu, okuyunca beğenmediğini, düzelttiğini, sonra yırtıp attığını; bazı yerleri çıkardığını; bir şeyler eklediğini; coştuğunu; çaresiz kaldığını; gecelerinin iyi, sabahlarının kötü geçtiğini; fikirler bulup sonra kaybettiğini; kitabını bitmiş olarak gördüğünü, sonra kitabın kaybolduğunu; yemek yerken kahramanlarının rollerini oynadığını; yürürken onların ağzından konuştuğunu; kâh ağlayıp kâh güldüğünü; şu üslûpla bu üslûp arasında gidip geldiğini; önce görkemli ve cafcaflı olanı, sonra basit ve sade olanı seçtiğini.”

İyi kötü ben de bir şeyler yazmaya çalışıyorum; kırk yedi yıldır bu cinnetin içindeyim, bu cinnetle boğuşuyorum.

Selim İleri
İZDİHAM