24 Şubat 2016

Sabahattin Ali, Anılar, İncelemeler, Eleştiriler

ile izdihamdergi

Othello birden gözünün önünde belirir, acemi aktörleri taklit ederek oyundan bir sahne canlandırırdı. Kitaplarını ödünç verdiği herkesi not ederdi. Çoğu kez kapıdan içeri bomba gibi girer, dehşet bir havadis patlatırdı.

“Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır.” Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’ya böyle başladığında, romanın bu ilk cümlesindeki büyük etkilenmenin aynısını çok insana yaşatacağını belki biliyor, belki bilmiyordu.  Kürk Mantolu Madonna uzun bir süredir çok satan listelerinde. Şimdilerde… Bunun sebeplerini bulmak, geçmişte kimlerin Sabahattin Ali ve ailesine sırt çevirdiğini bilmek ve en önemlisi bir yazarın hayatını, koşullarını ve onu yazmaya iten yaşamı anlamak  için önemli bir kitap var elimizde. İlk baskısı 1978 yılında yapılan, Filiz Ali ve Atilla Özkırımlı tarafından özenle hazırlanan Sabahattin Ali- Anılar, İncelemeler, Eleştiriler güncellenmiş ve genişletilmiş baskısıyla yeniden yayımlandı. Kitabı hazırlayanlar kısmına Sevengül Sönmez de ekleniyor bu kez.

“Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı…” Bu saatten sonra biz ancak onun Raif Efendi’ye söylettiği bu cümleyi bir öğüt gibi aklımızda tutabilir, biraz değiştirip uygularız . Sabahattin Ali’nin ruhunu belki saklamak değil de, en kıymetli yerlerde muhafaza edebiliriz. Kitaplarını okuyarak…  Özellikle onun ince ruhunu apaçık ortaya koyan bu kitabı itinayla okumayı es geçmeyerek elbette. Kitabın “Anılar” bölümdeki yazılardan cımbızladığım bazı bölümleri sunuyorum.

* Sabahattin Ali ve içinde Aliye Hanım’ın da olduğu bir arkadaş grubu İçerenköy’de yapılan bir sünnet düğününe gider. Aliye Hanım ile evli değillerdir henüz. Düğünde bir iki saat kalınır, dönmek istediklerinde Sabahattin Ali’nin yanlarında olmadığını fark ederler. Onu, lüks lamba fenerle bir ağaç altında kitap okurken bulurlar.

* Sabahattin Ali, Aliye Hanım’a yazdığı ikinci mektubu ile birlikte Değirmen, Dağlar ve Rüzgâr kitabını gönderir. Aliye Hanım: “Bu şiirleri ve hikâyeleri okuyunca Sabahattin’e kör kütük âşık oldum.”

* Evlendiklerinde Ulus’ta Menekşe Apartmanı’nın çatı katı tutulur. Düğün sonrası evlerine giderler ancak o gece tahtakurusu hücumuna uğrarlar. Sabaha kadar tahtakurusu temizlemekle uğraşırlar.

* Karpiç Lokantası Sabahattin Ali’nin sık gittiği yerlerdendir.  Dönemin milletvekilleri ve bakanlarının da gittiği bu lokantada Şükrü Saraçoğlu’na rastlar. “Memleket böyle mi idare edilir?” diyerek laf sokuşturur. Saraçoğlu da kahkahalarla güler.

* Birkaç aile birlikte Ankara’nın çevresinde kır gezmesine giderler. Yağmur yağar, ardından güneş açar. Tam tepelerinde bir gökkuşağı belirir. Mediha Esenel olanları şöyle anlatıyor: “Koşsam altından geçebilir miyim acaba? diye bir koşu tutturdu. Ben, ‘Ebemkuşağının altından geçen cinsiyet değiştirirmiş’ dedim, hemen durdu; ‘Kadın olmak çok mu kötü?’ diye sordum. ‘Kötü olduğundan değil, otuz yedi yaşıma geldim, kadın olsam bundan sonra beni kim alır?’ diye şaka ile yanıtladı.”

* Dost meclislerinde içinden geldiği gibi davranır. Sevdiği oyun Othello birden gözünün önünde canlanır yerinden kalkar, acemi aktörleri taklit ederek gördüğü oyundan bir sahne canlandırır.

* Fikir suçundan hapse girdiğinde hücre cezası alır. Küçücük bu yerde kitap da verilmez. Cama mı yoksa duvara mı yapıştırılmış bir gazete parçasını yüzlerce kez okur, ezberler. Sağdan sola, aşağıdan yukarı da okur.  Bunu hatırladıkça “Her ne pahasına olursa olsun bir daha hapse girmeyeceğim,” der.

* Bir diksiyon yanlışı yakaladı mı düzeltmeden duramaz. “Bu yüzden Aliye Hanım bana fena içerliyor. Karı koca ağız tadıyla kavga edemiyoruz. Kavganın en can alacak yerinde tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum,” diyerek arkadaşlarına yakınır.

* Mediha Esenel onu şöyle tarif eder: “Çoğu kez kapıdan içeri bomba gibi girer, dehşet bir havadis patlatırdı. Son derece hazırcevaptı. Karşısındaki ne kadar hazırlıklı olursa olsun, bir lafın altında kaldığını görmemişimdir. Şakacılığı, muzipliği, zekâsı çarpıcıydı.”

* Konuşmadığı anlarda cebinden bir kitap çıkarır okumaya başlar. Evde, misafirlikte, otobüste ayaktayken… Hep okur. Kitaplarını ödünç verdiği herkese temiz tutulmasını muhakkak söyler, küçük defterine kime, hangi kitabı verdiğini yazar ve geri getirildiğinde derhal siler.

* Dakikalarca vitrinlerde, kitabevlerinde kitapları inceler.  Aybaşında, maaşını alır almaz ilk iş Ulus’taki Akba Kitabevi’ne gitmektir. Ara sıra kızı Filiz’i de götürür.  Onu çocuk kitapları bölümüne salar, “Sen istediklerini seçedur” der ve kendi haline bırakır. Sonra da kızının seçtiği kitapları gözden geçirir, işe yarayan ve yaramayanları ayırır, yine de çoğuna peki deyip alır. Bu kitapçı serüveni en azından bir iki saat sürer.

* Ankara’da Necati Bey İlkokulu karşısında, bir apartmanın çatı katında otururken bu evin bir adam boyundan kısa sandık odasını kendine kitap odası yapar. Eğri tavana ve iki yan duvara dünya yazarlarının resimlerini yapıştırır. Yerde dikine, yan yana sıralanmış kitapları durur. Bu odaya girer tozlarını alır, kapıdan bakar, güzel oldu değil mi der. Tavana yapıştırılmış yazarlarının resminin hizasına o yazarın bütün eserlerini dizer. “Böylece bulmak kolay oluyor” der.

* Sevgi Sanlı, yazarın kitaplarını okuduktan sonra ona hayranlığını bildirdiğinde Ali’den şöyle bir karşılık gelir: “Eserlerini beğendiğiniz bir yazarı sakın gözünüzde büyütmeyin. Sanatçı içinde bir avuç bulunan altına benzer. Altınını süzüp aldınız mı geriye tonla kum, çakıl kalır. Sakın yazarı gözünüzde tanrılaştırmayın.”

* Süheyla Conkman ağabeyini şöyle anlatıyor: “Onu asık suratlı hiç görmemişimdir. Bazen de kendi kendine söylediği şarkılar vardır ki, hiç aklımdan çıkmaz, duydukça onu anımsarım: ‘Ata binesim geldi, hay dah dah, yâre gidesim geldi.’ Bir de ondan başka hiçbir yerde duymadığım bir şeyler mırıldanır, yengem de ‘Yeter Sabahattin, kes bu ne biçim şarkı’ dedikçe şaka yollu tekrarlardı: Tabutumun altı çatlak, beni vuran benden alçak, sol böğrüme girdi pıçak, yâr yâr aman… Meğer kaderinin şarkısı imiş, bilemezdik.”

Sabahattin Ali kitaplarını nasıl yazardı?

Sabahattin Ali yazmak için özel bir mekâna ihtiyacı olmayan yazarlardandı. Oturma odasında radyo çalarken eserlerini yazmak onu rahatsız etmezdi. Bir işe ya da yazmaya daldığı zaman gürültüyü ve etrafı unuturdu. Evde misafir de olsa aynı odada bir kenara çekilip yazabilirdi. Roman ve hikâyelerini yazmaya başlamadan önce beş-altı ay not alır, kafasında onları hazırlardı. Kitaplarını önce kafasının içinde iyice hazırlandığını, kendisine kâğıda geçirmekten başka iş kalmadığını, bu yüzden de gayet hızlı yazdığını söylerlerdi. Birkaç kez “Ankara için kafamın içinde müthiş bir eser hazırlanıyor” demişti. “Bu eser Ankara’nın yaman bir eleştirisi olacak, bundan sonraki romanımın adı Ankara.”  Okuyamadık.

Burcu Aktaş
İZDİHAM
Kaynak: RadikalKitap

SABAHATTİN ALİ
Anılar, İncelemeler, Eleştiriler
Hazırlayanlar: Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez
Yapı Kredi Yayınları