22 Ekim 2017

Saadet Derya Yazgıç, Yeni Başlayanlar İçin Bale

ile izdiham

Çok çalışma, fedakârlık, sabır, zarafet… Bale denilince hemen hemen herkesin aklına bu kavramlar gelir. Biraz klişe kavramlar gibi dursalar da bu durum gerçeklik paylarında bir azalmaya yol açmaz. Bu yazımdaki amacım, daha önce hiç baleye gitmemiş belki de gitsem mi acaba diye hiç düşünmemiş insanlara baleye gitmenin ne kadar muhteşem bir deneyim olduğunu dilim döndüğünce anlatabilmek.

*Madem bale dedik, tarihçesinden bahsetmemek olmaz. Önce danstan başlayalım. Dans, eski uygarlıkların dinsel inançlarına ve ayinlerine dayanmakta. Doğa olayları karşısında İlk Çağ’ın insanı duygularını değişik hareketler eşliğinde yaptıkları ilkel danslarla gösterirlerdi. Bu nedenle dansın başlangıcını insanlığın doğuşu ile birleştirmek gerekir. Dansın tarihi insanlık tarihi kadar eski olsa da balenin tarihi günümüze daha yakın. Eski Roma ve Yunan da bale hareketlerine benzer bazı gösteriler görülmekte. 1581 yılında iki soylu gencin nişan törenlerinde yapılan bir bale gösterisi, ilk bale eserlerinden biri olarak kabul edilir. Ardından ilk olarak Fransa’da desteklenen bale, tüm Avrupa üzerine oradan da 17. yüzyıl sonlarına doğru İsveç’e kadar yayılma göstermiş. Balenin altın dönemi, dansa meraklı Fransa kralı 14. Louis döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde Kraliyet Dans Akademisi kurulmuş, oyun yazan Moliere ve müzik yapımcısı Jean Baptiste Luly’nin çalışmalarıyla bale bir gösteri sanatı niteliği kazanmıştır. 18. yüzyıla gelindiğinde bale, opera sanatından tamamen ayrılarak özgür bir sanat haline gelmiştir. Bale sanatı, Osmanlı döneminde ilk kez Kanuni Sultan Süleyman zamanında topraklarımızda sergilenmiştir. Türkiye’nin ilk resmi bale okulu 1948’de De Volois yönetiminde İstanbul’da açılmıştır. 1950’de Ankara’ya taşınan okul Devlet Konservatuarı’na bağlanmıştır. Konservatuar öğrencileriyle gerçekleştirilen ilk bale Ulvi Cemal Erkin’in müziğini yazdığı Keloğlan’dır. Günümüzde Türk bale toplulukları, Türk dansçılarla klasik balenin hemen hemen tüm yapıtlarını sahneleyerek büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. O günden bugüne ülkemizde binlerce bale dansçısı yetişmiş, binlerce klasik eser sahnelenmiş ve milyonlarca seyirci bu eserleri seyredebilmiştir. Yazının bundan sonraki kısmında bu klasik eserlerden bazılarının konularından kısa da olsa bahsetmek istiyorum. Sonuçta başlangıçtan günümüze kadar gelen ve en sevilen balelerden bazılarının hikâyelerini de bilmeden baleye gitmemek gerek. İşte bunlardan bazıları:

Uyuyan Güzel bale ile ilgili görsel sonucu

Uyuyan Güzel

Kötü kalpli peri Carabosse, Prenses Aurora’nın vaftiz törenine davet edilmediği için son derece öfkelidir. Bunun intikamını almak için Aurora’yı lanetler. Prensesin 16. yaş gününde parmağına bir iğne batacak ve ölecektir. Leylak perisinin, laneti tamamen ortadan kaldıracak gücü yoktur. Fakat lanetin içeriğini değiştirme başarır. Aurora, parmağına iğne baktıktan sonra huzur içinde yüzyıl boyunca uyuyacak ve yüzyılın sonunda yakışıklı bir prensin öpücüğü ile uyanacaktır. Bu arada İstanbul’da yaşayanlar için Devlet Opera ve Balesi’nde Uyuyan Güzel’i izleyebileceklerini de söylemeden geçemeyeceğim.

Fındıkkıran bale ile ilgili görsel sonucu

Fındıkkıran

Fındıkkıran,  Rus besteci Çaykovski’nin 1891 yılında bestelediği son eseridir. Eser E.T.A. Hoffmann’ın “Fındıkkıran ve Fareler Kralı” öyküsünden uyarlanmıştır. Fındıkkıran Balesi yeni yıl kutlamaları ile özdeşleşmiş ve pek çok bale topluluğu tarafından yılbaşında sahnelenmesi gelenekselleşmiştir. Fındıkkıran’ın konusu küçük Alman kız Clara’nın yeni yıl hediyesi olarak aldığı fındıkkıran (kurşun asker) oyuncağı ile ilgilidir.     Clara, yılbaşında hediye olarak amcasından bir fındıkkıran alır. Fakat Clara’nın aldığı hediyeyi kıskanan kardeşi, fındıkkıranı almak isteyince oyuncak kırılır. Her ne kadar kırılan oyuncağı amcası tamir etse de Clara bu duruma çok üzülür. Tüm aile uykuya daldığında Clara, yılbaşı ağacının altına gelir ve sıkı sıkıya sarıldığı fındıkkıranıyla uykuya dalar. Bundan sonra Clara, gördüğü düşlerle seyirciyi maceradan maceraya sürükler.

Kuğu Gölü

Çaykovski’nin sevilen balesi “Kuğu Gölü” aşkı anlatan en güçlü eserlerden biridir. Kuğu Gölü’nde Büyücü Rothbart tarafından arkadaşlarıyla birlikte kuğuya dönüştürülen Prenses Odette’in hikâyesi anlatılır. Ancak bir erkeğin aşkı ile tekrar insan kılığına dönüşebilecek olan Odette ile Prens Siegfried birbirlerine âşık olurlar. Ancak Rothbart, bu aşka engel olmak için çoktan hazırlıklara başlamıştır. Kuğu Gölü balesinin hikâyesi, bizlere gerçek aşkın her türlü zorluğu yenebildiğini hatta büyüleri bile bozabildiğini anlatır.

Giselle (Jizel)

Aslında bizim de yabancısı olmadığımız “zengin erkek-fakir kız, imkânsız aşk” gibi konuları ele alır. Tabi bu konuların fantastik ögeler ve gerçek dışı olaylarla süslenmiş halidir. Konusunu Alman yazar Heinrich Heine tarafından yazılan “Almanya Üzerine” adlı kitabında anlattığı Wililer Efsanesi’nden alan Jizel balesi, romantik balenin en önemli örneklerinden biridir. Müzikleri Adolphe Adam tarafından bestelenmiştir. Jizel’de, dans etmeyi çok seven, çocuksu, kırılgan bir köylü kızı olan Jizel’in kılık değiştirip Loys olarak kendini tanıtan ve aslında bir Kont olan Albrecht’le olan hikâyesi anlatılır.

Don Kişot

Cervantes’in aynı isimli romanından bale sahnesine uyarlanan Don Kişot,  ilk kez 1869’da Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nda sahnelendi. Hayalindeki sevgili Dulcinea’yı bulmak üzere yola çıkan Don Kişot’un, Sevilla’da yaşayan ve birbirbirine aşık olan iki genç Kitri ve Basil’in kavuşması için atıldığı maceraları konu alır. Don Kişot, dünyaca ünlü bale topluluklarının repertuarındaki en görkemli bale yapıtlarından biridir.

Romeo ve Juliet bale ile ilgili görsel sonucu

Romeo ve Juliet

İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından 5 bin yıl önce yazılmış ölümsüz bir aşk hikâyesidir. Romeo ve Juliet’i tanımayan yoktur herhâlde. Bu büyük ve imkânsız aşk herkesin az çok konusunu bildiği ya da en azından adını duyduğu bir aşk hikâyesidir. Peki, bu aşk hikâyesi neden imkansızdır? Çünkü birbirlerine âşık genç Romeo ve Juliet düşman ailelerin çocuklarıdır. Çok istemelerine ve gizlice evlenmelerine rağmen birbirlerine kavuşamazlar.

Le Corsaire (Korsan)

Korsanlar’ın hikâyesi Osmanlı Dönemi’nde geçer. Korsan Conrad, arkadaşı Birbanto’yla birlikte gittiği esir pazarında gördüğü esirlerden biri olan Medora’ya âşık olur. Ne var ki önemli zenginlerinden biri olan Seyd Paşa da Medora’yı beğenir ve satın alır. Bunu duyan Conrad, Medora’yı kaçırır. Fakat arkadaşı Birbanto, Conrad’a ihanet edecektir. Mutlu sonla biten Korsanlar; cariyeler, zengin hükümdarlar ve tüccarların yer aldığı hikâyesi, neşeli müzikleri, keyifli komik bölümleri ile her zaman seyircinin büyük beğenisini kazanmıştır.

4 Mevsim

Vivaldi’nin müziğinin eşliğinde sahnelenen Dört Mevsim’de doğa ile insanoğlu arasındaki ilişki metaforik bir dille anlatılır. İlkbahar doğanın canlanması ile insanoğlunun doğumunu, yaz gençliği simgeler. Sonbahar olgunluğu, kış ise yaşlılık ve ölümü temsil eder.

 

 

 

 

Saadet Derya Yazgıç

İZDİHAM