7 Mart 2016

Recep Kayalı, Singapur’da Uyanmak

ile izdiham
Uyandığımda Singapur’daydım. Yataktan kalktım. Bir sigara içip ardından kahvaltı yapmayı düşünüyordum. Pencereye doğru yürüdüm. Gözüm bayrak direklerine ve bayrak direklerinin üzerinde asılı olan bayraklara takıldığında Singapur’da olduğumu anlamıştım. Aslında uzaktan baktığımda üzerinde kırmızı ve beyaz şeritler olan bu bayrak yüzünden kendimi Polonya’da sanmıştım ama akıllı telefonumdan bayraklara tek tek baktığımda bayraktaki kırmızı şeridin yukarda olduğunu görmemle Singapur’da olduğumu anlamam bir olmuştu. ‘Allah kahretsin ‘ dedim. Uzun zamandır olan bu anlamsız yerlerde uyanma durumu yine gerçekleşmişti. İşten yorgun gelip televizyon karşısında uyuyakaldığım her geceden sonra farklı bir yerde uyanıyordum. Uyandığım yerde ise tekrar uyuyana kadar kalıyordum. Şimdide Singapur’da penceresinden bu ülkenin bayrağını gördüğüm, otoparkında son derece pahalı otomobiller olan bir otel odasında uyanmıştım.

Başımı ellerimin arasına koydum. Ne yapacağımı düşünüyordum. Kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Banyonun aynasında kendime baktığımda omzumdaki diş izlerini ve boynumun farklı yerlerinde oluşmuş küçük morartıları fark ettim. Kafamı toparlamak için klozete oturup biraz düşünmeye başladım. Dün gece iş yerinden çıktığımı, otobüse bindiğimi, otobüste tüm vücudu koltuk altından yapılmış gibi kokan adamın çürük bir ayvaya benzer dişlerini, karımın beni içeriye buyur edişini, pilavı, nohudu, ezo gelini, televizyon karşısında uyuya kalışımı, kalkıp yerime yattığım ana kadar olan her şeyi hatırlıyordum. Sonrası yoktu. Ben banyodayken odanın kapısı açıldı. İnce bir kadın sesinin sürekli aynı kelimeyi söyleyerek birine seslendiğini duyuyordum. Banyonun kapısı açıldı. İçeri giren ince sesli kadın beni görünce gülümsedi, yanıma geldi, elleriyle başımı yukarı kaldırıp boynumda bulunan morartıyı okşadı. Sonra içeri döndü. Aklım karma karışıktı. Daha önce tv karşısında her uyuya kaldığımda ertesi gün ülke sınırlarımın içinde uyanırdım.

Singapur’da uyanmak ‘ Öz Hakiki Gerçekten Van Turizm ‘ otobüsünde uyandığım karlı pazartesi sabahı gibi hissettirmiyordu. Van’da uyandığınızda iner inmez bir İstanbul bileti alabilir, uzun yolda koltukların arkasında bulunana televizyonları izleyip uyuya kalmadığınız sürece tekrardan İstanbul’a gidebilirdiniz. Şampiyonlar ligi finalini izlerken uyuyakaldığım gecenin ertesi sabahında Gebze’de bir şantiyede uyandıktan sonra üzerimdeki iş yeleğini ve baretimi çıkarıp ustabaşına görünmeden oradan sıvışmam çok kolay olmuştu. Karıma söyleyecek tüm yalanlarım bitiyordu. Kimse kocasının bu tarz bir sorunu olsun istemezdi ve benim güzel karım nerede uyanacağı belli olmayan bir erkeği hak etmiyordu. Saçma sapan bir yerde uyandığım bir sabahın akşamında eve gelemediğimde ona sürpriz bir toplantının çıktığını, ev dönüşü trafiğe takılı kaldığımı söylemek zorunda kalıyordum. Bu yüzden bana olan güveninin sarsılmaya başladığını hissediyordum. Şimdilik bunlar öncelikli problemim değildi. Şuan tek problem haritadan bile yerini gösteremeyeceğim bir ülkede, boynumda morartılara sebep olduğunu tahmin ettiğim bir kadınla aynı otel odasında bulunmamdı.

Çişimi yaptım. Kendime geliyordum. Tv karşısında uyursam uyandığımda İstanbul’da olabilirdim. Yatağa oturup televizyonu açtım. Uykum gelsin diye sürekli kanalları zaplıyordum ancak yeni uyandığım için uykum gelmiyordu. Karnım açlıktan guruldamaya başlamıştı. Kapı açıldı. Az önce banyoya gelen kadın bikinisiyle odaya geri geldi. Beni ellerimden tutarak asansöre bindirdi. Otelin havuzuna indik. Çantasından bir deniz şortu çıkarıp ilerideki kabinleri gösterdi. Şortu alıp giyindim. Havuzun başına döndüğümde bana şortu veren kadını görememiştim. Birden kendimi havuzda buldum. Bana şortu veren kadın beni havuza itmişti. Kahkaha atıyordu. Benden sonra o da havuza girdi. Bir süre yüzmeye başladık. Yüzmek beni rahatlatıyordu. Bu anlamsızlığın doğurduğu kargaşa hoşuma gitmeye başlıyordu. Havuzdan çıkıp oturduğumuzda karnım tekrardan guruldamaya başlamıştı. Belki havuzda da guruldamış olabilirdi ama ben duymamıştım. Karnımdan çıkan sesi duyan kadın bana şefkatle baktı. Ardından garsonu çağırdı. Bilmediğim dilde bir şeyler söyledi. Birazdan garson elinde bir meyve tabağıyla yanımıza geldi. Meyve yiyerek kahvaltı etmiştim. Odamıza çıktık. Ardından elbiselerimiz geldi. Kadın bana pahalı bir takım elbise uzattı. Giyindim. Son derece lüks bir otomobile bindik. Hava kararmaya başlamıştı. Otomobilden indiğimizde çevremizde bir insan selinin olduğunu gördüm. Her tarafta gazetecilerin flaş ışıklarının patladığı bir yere gelmiştik. Gece olmuştu. Kırmızı halıda yürürken bir genç kız topluluğunun güvenliklerin oluşturduğu seti kırıp bana doğru koşarak geldiğini görüyordum. Sabahtan beri yanımda olan kadın üzerimize doğru koşan bu kalabalıktan korkarak arkama saklandı. Genç kızlar üstlerini yırtıp, çığlıklar atarak üzerimize koşuyor, güvenlik görevlileri onları yakalamaya çalışıyordu. Bu anı kaçırmak istemeyen gazetecilerin flaşları suratımda cüzdanından bozukluklar çalınmış anne tokadı gibi ardı ardına patlıyordu. Genç kızlar ellerinde posterlerimi sallayarak yanıma gelirken iki kolumu onlara doğru uzatıp ‘Durun!’ diye bağırdım. Anlamadılar. Üzerime çullanıp beni düşürdüklerinde kafamı yere vurdum.

Ayıldığımda İstanbul’da evimin salonundaki halının üzerindeydim. Başım ağrıyordu. Sağıma soluma baktım. Karıma seslendim. Evde yoktu. Karımı aradığımda telefonuma çıkmadı. Aradan bir saat geçtikten sonra karım beni tekrardan aradı. ‘Toplantıdaydım hayatım duymamışım. Birazdan çıkıyorum.’ dedi. Sesi yorgun geliyordu. Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde  ‘Peki.’ dedim. Telefonumu kapattım. Karım çalışmıyordu. Evimin banyosuna gidip soğuk bir duş aldım.

Recep Kayalı
İZDİHAM