9 Mart 2016

Oblomov’dan 40 cümle

ile izdiham

Abdullah Seydi Özçal hazırladı.

1-Gerçek anlayış, gerçek yakınlık, insanın gerçek insanlık diyebileceği hiçbir şey yok. Sadece burnu büyüklük, işte hepsi bu. (Sayfa:28-29)

2-Dilediğinizce deneyin, düşmanlık ya da intikam alma duygularını uyandıramadığınız insanlar vardır. Onlara ne yaparsanız yapın, onlar size sokulup durmayı sürdürür. Fakat şunu da eklemek gerekir ki sevgilerini ölçülendirmek gerekirse onların ki hiçbir zaman en sıcak noktada olmaz. Bu insanlar herkes için iyi diye düşünülseler bile, aslında hiç kimseyi sevmezler ve kötü olmadıkları için iyidirler. (Sayfa:31-32)

3-Zahar ellisini geçmişti. Rus Caleb’lerin, yani efendilerine çıkarsız sadakat gösteren, mükemmel, erdemli, korkusuz ve anlayışlı şövalyelerin soyundan gelmiyordu. Bizim şövalyemiz korkak ve kusurluydu. (Sayfa:69)

4-Oblomov’a, bir Şaman’ın putuna davrandığı kadar kaba davranıyordu. Şaman’da putunun tozunu siler, yere düşürür, hem bazen öfkeyle vurur ama kendisinden üstün olduğunu içten içe kabullenirdi. Zahar’ın da iç derinliklerinde yeri olan bu duygu her olanakta meydana çıkıyor ve efendisine derin bir bağlılık göstermesine neden oluyordu. (Sayfa:73)

5-İki insan arasındaki içten dostluğun kuşkusuz bir bedeli vardır. İki insanın birbirinin eksiğini fark etmeden ve bunlar için birbirlerini suçlamadan, iyi yanları görerek yaşaması için hayli büyük bir hayat tecrübesi, akla yakınlık ve içtenlik gerekir. (Sayfa:74)

6-Tanrı’ya şükür hayatımda hiçbir zaman kendi çoraplarımı kendim giymek zorunda kalmadım! (Sayfa:94)

7-Zihninde, insan hayatının hedefi ve insanın yazgısı canlandığında, bu hedefi kendisininkiyle karşılaştırınca, pek çok önemli sorun art arda ortaya çıkıp, tıpkı karanlık viraneler arasında kümelenmiş kuşların güneş ışığıyla aniden korkarak havalanması gibi şaşkınca fır dönmeye başladığında kendisini nasıl da berbat hissediyordu. (Sayfa:98)

8-Dağlar ve yalçın kayalar da insanın içini rahatlatan şeyler değildir. İnsanı kovalayan yırtıcı bir hayvanın korkunç, gözdağı veren dişleri ve pençeleri gibidir. Bize zayıflığımızı anımsatır ve sürekli bir hayati risk hissetmemizi sağlar. Dorukların ve dik kayaların üstündeki gökyüzü o kadar uzak ve erişilmez görünür ki sanki insandan çekilip alınmış gibidir. (Sayfa:101)

9-Nehirler oyun oynayıp eğlenir gibi keyifle akar, kimi zaman büyük bir göle dönüşür, kimi zamanda derin düşüncelere dalmış gibi yatışırdı. Çakıl taşları boyunca usul usul sürünür, uykunuzu getiren halka halka, minik akıntılara ayrılırlardı. (Sayfa:101)

10-Ay şaire, yuvarlak yüzlü bir köy dilberinin, kentli bir çapkının tutkulu ve anlamlı bakışlarına verdiği karşılık gibi karşılık verirdi. (Sayfa:103)

11-İlkbaharda gündüzler uzadığı için şaşırır ve mutlu olurlardı, fakat eğer uzun günün onlara ne yararı dokunacağını soracak olursanız ne diyeceklerini bilemezlerdi. (Sayfa:128)

12-Oblomov’un babası odanın ortasında durakladı. Kederli gibiydi. Burnunun ucunu tutarak:

‘’Tanrım!’’ dedi, ‘’bu da ne şimdi? Burnumun ucu kaşınıp duruyor. Biri ölecek.’’

‘’Tanrı göstermesin,’’ diye bağırdı karısı ellerini uzatarak, ‘’burnunun ucu kaşınınca biri ölür müymüş hiç? Burun kemiği kaşınırsa biri ölür.’’ (Sayfa:131)

13-En yüksek ve en düşük rütbeli devlet memurları arasında, yalnızca diploma denilen bir şeyle kapatılabilecek bir uçurum açıldı. (Sayfa:140)

14-‘’Bir Alman’ı istediğiniz kadar güzel giydirin, en kibar, en beyaz gömleği, rugan ayakkabıları giyse, sarı eldivenler taksa bile yine de bunlar üstünde kösele gibi dururlar. Kaba, kırmızı elleri, beyaz kol düğmelerinin arasından çıkar, giydikleri ne kadar kibar işi olursa olsun bir fırıncı gibi değilse de bir barmen gibi görünür. İri elleri sanki bir onarım bıçağı veya orkestra da keman tutuyor gibidir.’’ (Sayfa:155)

15-Alman kişiliğinde, sosyal hayatı anlamlı kılan hiçbir uysallık, incelik ve hoşgörü bulmaz, onların, kuralları çiğnemeyen, bazı düzenlemelere itaat eden, kabul edilmiş gelenekleri bozmayan insanlar olduklarını düşünürdü. (Sayfa:155)

16-Her şeyden fazla, hayalperestlikten korkardı. Çünkü bir yandan dost, bir yandan düşman olan bir riyakârdı hayaller. İnanamadığın sürece dost, inanıp büyüsüne kendini kaptırdığın sürece düşmandı. (Sayfa:162)

17-‘’İnsan hayatının amacı dört mevsimi de beklenmedik değişimler olmadan yaşamak, hayat varilini tek bir damla bile ziyan etmeden uzaklara taşımaktır. Yavaş yavaş yanan bir ateş, alev alev bir yangından daha iyidir.’’ (Sayfa:163)

18-Tutku şiirde ya da sahnede güzeldir. Pelerin giyen eli bıçaklı oyuncular sahnede rol yaptıktan sonra, öldürülenlerle yemeğe giderler. Tutkular da böyle sonuçlansa çok güzel olurdu ama onlar arkalarında duman ve kötü kokudan başka bir şey bırakmazlar, mutluluğun zerresi kalmaz! Anılarda utanç ve yolunmuş saçlar dışında bir şey kalmaz. (Sayfa:205)

19-Bütün ülkenin çıkarı için, yasal bir çıkışa tutku katmak, nehir gibi akacağı yönü göstermek insanlığın ortak sorunudur. Bu, George Sand gibi insanların çabalayıp durduğu ama her zaman başaramadıkları bir gelişmenin doruğudur. Bu doruğa bir kez çıkıldı mı artık daha fazla sadakatsizlik, soğukluk olmaz. Sakince atan hoşnut bir yürek, böylelikle de mutlu bir yaşam ve sonsuz bir sağlık olur. Böylesi mutluluklar vardır ama epey seyrektir ve olağanüstü bir olgu olarak değerlendirilir. İnsan bunun için doğmalı derler. Fakat belki de bunun için kendini hazırlayıp bilinçli bir şekilde bunu başarmaya çalışabilir. (Sayfa:205)

20-Yüksek bir devlet görevlisi, karısının hayli önemli bir işle ilgili gevezeliklerini dinlerken küçümseyerek ıslık çalar, yüzünü buruşturarak yanıtlar ama ertesi gün aynı gevezelikleri Bakan’a ciddi bir havayla tekrarlardı. (Sayfa:218)

21-Düş gücü hayatın şiirsel yanına açık. (Sayfa:220)

22-Her saat bir erkeğin burnunun ucundan kuş gibi geçen en küçük ve hissedilmez bir olay, genç bir kız tarafından tanımsız bir hızla yakalanırdı. Uçuşunu öteden izler, çizdiği kavisler bir ders gibi zihnine kazınmaz biçimde işlenirdi. Bir erkek için üzerinde emirler yazılı bir afiş gerekirken, bir kız için rüzgârın usulca bir hışırtısı ya da havanın güç işitilir titreşimi bile yeterdi. (Sayfa:228)

23-Aşk hayatın en zorlu okuludur. (Sayfa:240)

24-‘’İçimde olanları hissedemiyor musunuz?’’ diye söze başlardı. ‘’Biliyorsunuz, rahat konuşamıyorum. İşte, elinizi verin, tam şurada beni önleyen bir şey var, sanki ağır, epey ağır bir taş orada duruyor, sanki epey derin bir keder yaşıyormuşum gibi, anlatılması zor. Böyle bir şey hem acıdan, hem neşeden olabilir. Kimi soluk almaz, acı çeker, kimi de ağlamak ister! Sanki çok büyük bir mutsuzluktan çıkmışım gibi, ağlasam belki rahatlarım. (Sayfa:244)

25-‘’Peki siz aşık değil misiniz?’’ ‘’Aşık mı? Hayır. Ben bu sözcüğü fazla sevmem. Ben sizi seviyorum!’’ dedi ve sanki gerçekten sevdiğine emin olmak ister gibi biraz ona baktı. ‘’Sevmek!’’ dedi Oblomov. ‘’İnsan annesini, babasını, bakıcısını, hatta köpeğini sevebilir. Bunlar hep aynı sözcükle ifade edilir: ‘Seviyorum’ sanki sevgi bir’ (Sayfa:245)

26-‘’Ben farklı biçimde seviyorum,’’ dedi, arkasına yaslanarak. Bulutlara boş boş baktı. ‘’Siz olmayınca sıkılıyor. Kısa süreliğine bile sizden ayrılmak beni üzüyor, hele uzun zaman ayrılmak zorunda kalsam yasa girerim. Bir daha asla söylemeseniz de beni sevdiğinize inanıyorum ve mutluyum. Bundan daha çok sevemem.’’ (Sayfa:246)

27-‘’Ölecek olsanız, ‘’ dedi Olga duraklayarak, ‘’bütün yaşamım boyunca yas tutar, bir daha gülemezdim. Eğer bir başkasına aşık olursanız sizi suçlayıp ah etmem, size içten mutluluklar dilerim…Bence bu sevgi, yaşamla aynı ve yaşamda…’’

Doğru sözcüğü arıyordu.

‘’Evet, nedir sizce ?’’

‘’Yaşam görev ve zorunluluktur. Böylece sevgi de görev olur. Tanrı bu görevi bana verdi, ‘’ dedi Olga bakışlarını gökyüzüne kaldırarak, ‘’ve sevmemi buyurdu.’’ (Sayfa:246)

28-Yarın farklı bir ışık, diğeri kadar güzel ama tümünden farklı bir ışık parlayacaktı. (Sayfa:249)

29-Bir gün bir şey istersin. Ertesi gün onu elde edersin, daha ertesi gün onu istemiş olmanın düşüncesinden bile utanırsın. Sonra da istediğin oldu diye hayata lanet edersin. Kibrinin, hayatın içine balıklama atlama özgürlüğü inatla istiyorum demenin sonu budur. (Sayfa:250)

30-Ben bize insanların sonradan söyleyebilecekleri şeyleri önceden söyledim. Böylece doğru erkek gelmeden önce, mutlu olabilmeyi düşünerek sizinle buluşmak için acele ederken, onları dinlemenizi ve inanmanızı önledim. İşte bu, çılgıncasına aşık olmanın ve tutkunun mantığıdır. (Sayfa:254)

31-‘’Aşk ruhun kangren olması demektir; öyle bir hızla ilerler ki…’’ (Sayfa:255)

32-Kurnazlık bozuk para gibidir; onunla fazla bir şey alınmaz. (Sayfa:265)

33-Günlük güneşlik iklimde sık yaşanan değişimlere karşın aşkın ana fizyonomisi bulutsuz bir ufuktu. (Sayfa:276)

34-Kötü olan infaz değil buna hazırlıktır, infazdan önceki saatler işkencedir. (Sayfa:291)

35-Gerekli olan şeylerden kaçmak için hiç gereksiz yere hayatlarını adamayı istemek namuslu olmayan insanların eski bir numarasıdır. (Sayfa:358)

36-Borç bir şeytandır, yalnızca parayla kovulabilen kötü ruhtur. (Sayfa:365)

37-İnsanoğlu yazgısına ağır ağır ve acıyla teslim olurken bedeni olağan işlevlerine yeniden kavuşur ama acıya yenik düşerse tekrar doğrulamaz. (Sayfa:381)

38-Aşkın insanı ansız bir hastalık gibi etkileyen gizemli ve uçarı bir duygu olduğu söylense de onun da kimi nedenleri ve kendine ait kuralları vardır. Eğer bu kurallar bugüne kadar pek öyle incelenmediyse bunun nedeni aşka kapılan kişinin bu duygunun ruhuna nasıl egemen olduğunu, sanki derin uykudaymış gibi duygularını uyuşturduğunu, ilk andan başlayarak görme becerisini yitirdiğini, ne zaman yüreğinin ve nabzının hızlandığını nasıl ölene dek bağlandığını, kendisini feda etmeğe hazır olduğunu, ‘ben’ kavramının nasıl ‘o’ kavramına dönüştüğünü, zekasının nasıl uyuştuğunun ya da inceldiğini, nasıl itaat ettiğini, dizlerinin titrediğini, ateşinin yükselip gözlerinin yaşardığını bilmemesindendir. (Sayfa:389)

39-Hatıralar gerçek mutluluğun hatıraları olduğunda güzeldir fakat güç iyileşen yaralarla birleştiğinde yanan bir acıdır. (Sayfa:445)

40-İnsanın farklı zaman ve yerlerde yaşadığı şeyleri yeniden yaşadığı nadir, kısa ve düş gibi zamanlar vardır. Önünde olan şeyleri hayal mi ediyor, yoksa bunları yaşayıp da unuttu mu diye meraklanır, aynı insanlar daha önce olduğu gibi yanında oturup, daha önce söylenmiş şeyleri söylerler. Fakat hayal gücü her şeyi harfiyen hatırlayamaz ve bellek geçmişi canlandıramaz, dalgın bir ruh hali oluşur. (Sayfa:491)

 

 

Abdullah Seydi Özçal

İZDİHAM