25 Şubat 2016

Necip Fazıl, Büyük Huzurda

ile izdiham

Ey, Allahın Resulü!.. Resuller Resulü!.. Yaradanın Sevgilisi!.. Varlığın Tacı!.. Hilkatin Nuru!.. İnsanlık ehramının zirvetaşı!.. Kâinatın Efendisi!.. Gaye İnsan ve Ufuk – Peygamber!.. Yaratılış sebebi!..

Seni kelimelere ısmarlamak, durgun suda mehtabı balık kepçesiyle yakalamaya davranmak gibidir.

Evet ey var oluşun Hikmeti!.. Ölümsüzlük Rehberi!.. Gerçek hayatın kurucusu!.. Yıkılmaz çatının Mimarı!.. Bastığı kum tanesine en büyük insanın denk olamayacağı büyüklük!.. Dışı nebîlikte, içi velilikte Son Had!.. Hakikatinde kulun bitip Allahın başlamadığı üstün mahlûk!.. Âlemlere Rahmet!.. Haberci, Müjdeci, Kurtarıcı, Erdirici!.. İçimde bu mânalardan bir çağlayan, mukaddes Ravza’yı halkalayıcı parlak, sarı parmaklığın bir birbuçuk metre yakınında, yine içimden çığlığı basmaktayım:

“- Esselâmu aleyke yâ Resulallah!.. Esselâmü aleyke yâ Habiballah!.. Esselâmü aleyke yâ Safiyallah!..”

Peygamber Mescidinin Kabe’ye doğru sol duvarı üstünde “Şebeke-i Saadet: mes’ut noktalar manzumesi”ne yol verici kapıdan nasıl girebildik, ayakkabılarımızı nasıl çıkarabilip kime ve nereye teslim edebildik, kalabalığa nasıl katılabildik, nasıl adım atabildik, girişe göre mukaddes çerçevenin sağından yürüyüp ve cephesinden kıvrılıp, Kabe’ye bakan öbür tarafına, cepheden sağ tarafına, mukaddes başın hizasına nasıl gelebildik, bilemem, anlatamam!

Buradaki vıcık vıcık insan kıymasına hiçbir yerde rastlamadım. Büyük sahaların hiçbirinin ezici kalabalığına karşı, aynı kalabalıktan küçük bir parça da olsa, nispetsiz mikyasta küçük bir sahada nasıl bir manzara doğacağını düşünün!
Ezadan kurtulmak için kendimi hayalî bir (narkos-his iptali) tesirine bıraktım ve yürümeye çalıştım. O ânadek ziyaret ettiğim ulvî yerlerin verdiği mücerret heybet ve haşyet, burada, bu Arş ve Kürsiden üstün yerde, müşahhas ve büsbütün yakıcı ve eritici bir duyguya inkılâp etmişti. Burada, bu Arş ve Kürsiden faziletli yerde, toprak altında, yüzü Kabe istikametinde, hayy (diri) olarak her şeyi ve beni seyrettiğini bildiğim Allah’ın Sevgilisi ve benim aşk sermayemin topyekûn sahibi yatıyordu. Bana öyle geldi ki, o kalabalık içinde bomboş bir düzlükteyim… Ne eşya, ne insan… O, yere uzanmış, sağ elini sağ yanağına dayamış, beyaz aydınlığa “sön!” emrini veren siyah aydınlık gözleri ve bir hayâl edilemez güzelliğiyle bana bakıyor.

Çıldıracak gibi oldum; fakat kimse, gözlerimden boşanan soğuk yaşlardan başka bir şey göremedi.

Arap Bedevi, o da dua ve hitabı içinde kendinden geçmiş, sesini yükseltirken, ben içimden yalvarıyorum:

– Peygamberim, Peygamberim, yüzü-suyu hürmetine hayat kazandığım Sevgili Peygamberim!.. Seni seven Allahtan iste: Bana ve müminlere sıhhat ve kuvvet versin!.. Kıyamet Gününe kadar baki dininin zaferini veya zafere doğru yol buluşunu dünya göziyle görmeden ruhumu kabzetmesin! Bunalımdan bunalıma sürünen ve keşfettiği madde oyuncaklarından teselli ararken büsbütün buhrana düşen insanoğlunun tek ve mutlak mizan olarak iyilik, doğruluk ve güzellik mizanı olarak İslâmı seçeceği günden bir şafak pırıltısı… İslâmın içe doğru tasfiyesi ve dışa doğru tabiyesi… Duamız bu; bunu istiyor ve bu duanın kabulü için muazzam ruhaniyetine yapışıyoruz! Dile Allahtan, sana “sen olmasaydın, sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım!” diyen Allahtan dile!..

Birkaç adım sonra mübarek başı Resuller Resulünün omuz aşağısında, güneş ışık vermeye başladı başlayalı gelmiş ve geçmiş peygamber bağlılarının en büyüğü, pazarlıksız bedahet imanının timsali Hazret-i Ebûbekir… Biraz daha aşağıda da, İslâm celâdet, adalet, dirayet ve şecaatinin nuranî âbidesi, Resuller ve nebîlerden sonra âlemde ikinci büyük insan Hazret-i Ömer…

Delil Arap Bedevi, onlara da lâyık oldukları sıfatlarla hitap ederken, ben, yine içimden çırpındım, yırtındım, kavruldum; ve can çekişen bir insan toniyle:

– Esselâm-ü aleyke yâ Halife-ti Resûlullah!.. Esselâmü aleyke yâ Halife-ti Resûlullah!

Diye inledim, durdum.

Girdiğimiz kapıya (Cebrail kapısı) geldik. Ayakkabılarımızı nasıl bulup nasıl giyebildiğimizi, nasıl yürüyebilip nasıl istikamet tutabildiğimizi bilmeden otelimizin maroken koltuklarına çöktük.

Gece… Medine’nin semasında, içinde yıldızları Öğüten bir huniden boşalırcasına bir nuranîlik…

Necip Fazıl!.. Meğer bu günü görmek için dünyaya gelmişsin!.. Secdeye kapan ve hamdet!

Necip Fazıl, Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler

İzdiham