29 Mart 2017

Necati Yüce, Bir Bahar Düşlüyorum Anne

ile izdiham

Bir bahar düşlüyorum anne, Gözlerimiz kana doymuş.

Yine bir baharın gelişine şahit oldu gözlerim. Kaç yıldır baharları beklerken içimde hep bir kuşkuyla bekledim. Yine aynı şekilde ağaçların ilk yapraklarını açtıktan sonra çiçek açmalarını bekliyorum. Daha nereye kadar bekleyeceğim demeden de geçemiyorum. Beklemek hep bize yakışırdı.

Belki de, beklediklerimiz, kendimizi oyalamadıklarımız olarak tarihe geçecekti. Hatırlar mısınız? Bilmiyorum, ama her baharın gelişine bir şiir yazıyorum, ders kitaplarımın ilk sayfasına. Kitaplarımdan hangisini elime alırsam ilk sayfasında, bahar güneşine, çiçeğe, böceğe hatta geceleri serin bir rüzgar eşliğinde içtiğim çaya bile yazdığım, şiire denk geliyorum. Nedendir, bilmiyorum ama her bahar bir üzüntü kaplıyor yüreğimi. Düşlediğim baharları, hiç bıkmadan gözlüyorum. Hayalini kurduğum baharları beklemekle geçiyor ömrüm. Ve ben, yavaş yavaş tükeniyorum. Her sene ömrümden bir bahar daha eksiliyor.

Baharları gözlediğimden beridir her daim şahit olduklarım, yine karşıma çıkıyor. Her bahar çiçeğe, böceğe şiir yazardım. Artık şiir yazmaktan utanıyorum. Aslında şiir yazmaktan utanmıyorum. Çiçeğe, böceğe şiir yazmaktan utanıyorum. Çiçeklerimizi kana buladılar. Hatta masamın köşesinde bulunan çiçeğim bile kurumuş. Her sabah, penceremi açtığımda, içeriye giren rüzgar çiçeğin dallarını okşar ve mis gibi kokardı odam. Şimdi ise toprak kokuyor oda. Kuruyan çiçeğin toprağı, halen yerinde duruyor.

Yine her gece sularım o toprağı. Ve her sabah penceremi açtığımda, rüzgarla beraber, toprak kokusuyla doluyor odam. Ve ben, çiçeğimin neden kuruduğunu sonradan öğreniyorum. Çiftçilikle uğraşan bir ağabeyim gelmişti bizim eve. Odama girdiğinde, neden toprak koktuğunu sormuştu da, bende kendisine her gece yatmadan önce suladığım saksıyı gösterdim. Kurumuş çiçeğin dalları halen saksı da duruyordu. Önce saksıya uzandı. İçerisinde kurumuş çiçeğe baktı. Gözlerinden süzülen iki damla yaşı belli ettirmeden sol eliyle sildi ve toprak kokusunu özlemişim ben, dedi. Nasıl olur bu ağabey, sen çiftçisin, her daim toprakla haşır neşir oluyorsun, diye sormaya kalmadan, çiçekler kurumaya yüz tutmuş evlat. Her tarafa bir ceset kokusu yayılmış olduğundan çiçekler kuruyor, dedi.

İnsan cesetleri toprağa verim katmaz mı, diye sordum. İnsan cesetleri toprağı verimli kılar fakat ölüm kokusu ve zulüm, toprağın mis kokusunu alır evlat, dedi. Her baharın gelişi beni hüzünlendirirdi ama bu bahar daha ayrı hüzünlendiğimi fark ettim. Demek ki bundan sonra gelecek baharlar ancak havaların ısınması olarak adlandırılacakmış. Çiçek, böcek, mis kokan toprak bir daha olmayacakmış. Havalar ısınacak ve biz ölüm kokusuyla baş başa kalarak devam ettireceğiz hayatı.

İki yıl önceydi. Ağabeyim demişti toprak kokusu yerine kan ve zulüm kokacak her taraf diye. Dedikleri doğruymuş meğer. Her taraf buram buram kan kokuyor. Penceremin dibinde bulunan saksı da ki toprağın kokusu değişmeye başladı. İlk zamanlar huzur ve ferahlık veren toprak, nasıl, hüzne ve acıya dönüştü ise şimdi de zulüm ve korkuya dayalı buram buram intikam kokuyor.

Karanfil yürekli çocuklar kalmadı, şimdi ki baharlarda.

Gözlerimiz, ne zaman kana doyacak Anne!

Necati Yüce, Kahire, 2017

İZDİHAM