9 Nisan 2018

Mustafa Köz; Bir Sözcük Atlıkarıncası: Ülkü Tamer Şiiri

ile izdiham

“Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim;
  Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
  Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. 

  Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.”

“Saflığın şiirini özledim. 40’ların, 50’lerin…”  diyor Ülkü Tamer. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş”ını, Ahmet Muhip Dranas’ın “Fahriye Abla”sını, Behçet Necatigil’in “Sevgilerde”sini, Cahit Külebi’nin “Hikâye”sini… Sonra sürdürüyor: “Duru, yalın, içten bir şiirdi o dönemin şiiri. Saflığın şiiriydi. Çocuksu bir yanı vardı neredeyse. Dil oyunlarıyla, imge cambazlıklarıyla, kişilik gösterileriyle örülmemişti.”

Ülkü Tamer’in yukarıda bir bölümünü okuduğunuz “Ben Sana Teşekkür Ederim” adlı şiiri de işte o şiirlerden. (Soğuk Otların Altında’dan, A Dergisi Yayınları, 1959)

Ne vardı bu şiirlerde? “İnsan.” Bugün şiirinin içinden çekilen insan. İnsanın en ince yerinden, ruhundan geçiyordu o şiirler. “Hani şuramı sızlatıyor.” deriz de elimiz ayağımız, ağzımız yüzümüz renkli fotoğraflara döner ya, böyle bir şey işte! Hüzünle sevinci, bir bayram çocuğu gibi gezmelere çıkaran, dönme dolaplara, atlıkarıncalara bindiren, el öpmelere götüren cıvıl cıvıl şiirler.

Ülkü Tamer’in şiirindeki bu cıvıltı da eski şiirin “insan”la varsıllaşan yanından geliyor kuşkusuz. Sadece insanla mı? İnsanın ilişkilendiği her nesne, kavram ve görüntü onun şiirinde yerini buluyor. Şöyle de denebilir belki: Şairin elinde binlerce sözcük varmış da her tema, kendi şiirini ödünç aldığı sözcüklerle yazılıyormuş gibi. Böyle doğal, akışkan ve kendiliğinden. Sözcük varsıllığı veriyor bu görüntüyü okura. Yalnızca sözcükler değil, şairin ilk şiirlerinde Batı şiirinin olanaklarından yararlanması, “şairleri”ni erken bulması bu varsıllığı besleyen etkenler sayılabilir.

Ölüm, yaşam, imgelem ve diyalektik. Diyalektiği ete kemiğe büründüren görüntüler. Ü. Tamer şiirinin ana anahtarlarıdır. “Tarlakuşu” şiirine de bakalım:“Ölüler geçiyor tarlakuşundan, / gagasından, kanatlarından, / tarlasından. / Düşünüyor tarlakuşu: / ölüm acaba bir tohum muydu? / Dalgalara tükürsen / bire bir verir deniz, bu kan neleri çoğaltacak?” Bu sorunun karşılığı da yine diyalektiğe ilişkindir. Diyalektiğin çözülüşüdür.

Birçok şiirinde bu karşıtlığı tartışır şair. Görüntüler, çocukluğunun erinçli günlerinden ve delifişek ilk gençlik yıllarından sökün eder çoğu zaman. Bahçeler, serin avlular, sıra göller, sığ sular, bataklıklar, yazlık sinemalar, loş kasabalar…

Görsellik şiirinin başat öğelerinden biridir. Bu kullanım, şairin sinemaya yakınlığıyla açıklanabildiği gibi, İkinci Yeni Şiiri’nin çağrışımla şiir kurma özelliğiyle de ilişkilidir. İkinci Yeni Şiiri’nden, halk şiirine görüntüler, “hüzün ve ironi”yi aynı kapta biriktirerek yansır. İkinci Yeni’nin içinde olduğu dönemde ve sonrasında da şairin çocukluğunun ve gençliğinin görüntüleri baskındır.

“Virgülün Başına Gelenler”deki alegorik dilden sonra daha açık, çağrışımların seyreldiği bir şiire yönelir. Şiiri kuramsal yönden de tartışmak, şiiri (Şiir İçin Cevaplar, Şiir ve Şiir İçin Önsöz şiirlerinde)  şiirle göstermek ister. Yine “Sıragöller”de kendi sözcükçesiyle şiire ilişkin tanımlar arar. Toplu şiirler kitabına verdiği ad da “Şiir İçin Cevaplar”ından ödünçtür: “Yanardağın Üstündeki Kuş.” İnce ve çetin. Şiirin bir tanımı da bu değil mi? Ü. Tamer’in şiirini de buradan başlayıp okumakta yarar var.

Şair, dünyanın şiirini yazarak, dünya şiirini çevirerek özümsedikten sonra, çocukluğuna, öz yaşama ve ölüm temasına yeniden döner. Pek çok şairin büyük varlık sıkıntılarıyla daha da içinden çıkılmaz duruma getirdikleri ölüm gibi başat, karışık bir temayı halk şiirinin dil-biçim özelliklerinden yararlanarak yalınca döker ortaya. Şiirin büyük cümle kapısından avluya boşaltılmış yüzlerce sözcüğün içinden ayıklanan arı duru sözcüklerle kendisi için yeni, yepyeni bir şiirin sesini aramaya soyunur.

İlk kitabı, “Soğuk Otların Altında”daki bilinç akışı /bilinç altı yöntemini kullanan kompleks şiir dilinden,  son kitabı “Antep Neresi”nin yalın, yapyalın öyküleyici-betimleyici diline kadar yaptığı da budur.

Son sözü Cemal Süreya’ya bırakalım:  “Son şiirlerine kulağınızı dayarsanız telgraf direkleri gibi bir vınlama duyarsınız, büyük genişlik duygusu, bir kutup duygusu içinde olursunuz.”

Sözcükleri arasındaki bu genişlik ve ferahlık duygusu, dizelerdeki bu vınlama Ülkü Tamer şiirini her zaman diri ve güncel kılacaktır.

Sevgili şair, “Bir soğuk yel eser /üşür ölüm bile.” diyordu. Onun bu yeryüzünden ayrılışıyla şiir ve ölüm daha çok üşüyecek şimdi.  “Soğuk Otlar Altında” da“Her akşam leylekler geçecek üstünden çarşılara taşınan / İlk leyleği gören haykıracak: ‘Bak, bahar geldi.” demişti.

Bahar geldi ve şairi yitirdik.

Baharlar ve sözcükler içinde uyusun!

Mustafa Köz, Kaynak: Evrensel

İZDİHAM