28 Mart 2017

Mücahit Gündoğdu; “Zor Adamlardan Genelde Nefret Edilir”

ile izdiham

Mücahit Gündoğdu, Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olan Metin Erksan’la ilgili bir biyografi kaleme aldı. Mücahit Gündoğdu ile kitabın doğuş serüvenini ve Türk sineması özelinde sinemayı konuştuk.

Söyleşen: Emre Söylemez

 

İlk kitabın hayırlı olsun. Hece, ilk kitap sevinci dosyası hazırlamıştı, senin için ilk kitap nasıl bir duygu? Bu ilk kitabın Metin Erksan üzerine olmasının özel tarafları neler?

Teşekkür ederim. İlk kitapla ilgili çok şey yazılır, söylenir ama tabii nasip olmadan tam anlamıyla kavramak pek mümkün olmuyor. İnsanda bir doğum etkisi yaratıyor ilk kitap. Annelik duygusuna daha yakın bir duygu olmalı. Kitaba karşı bir baba gibi davranamıyorsunuz; her şeyiyle onu siz büyütüyorsunuz. Yaratıcı yazarlık kurslarının açıldığı, annelik sertifikalarının dağıtıldığı güzel ve yalnız ülkemde bu kitabın hiçbir disipliner etki altında kalmadan yazıldığını söylemeliyim. İlk kitabın sonrakileri ele veren bir tarafı vardır. Yeni kitaplar nasip olursa eğer, onların da içeriği değişse bile ilk kitapla aynı itici ruh gücünden ve tutkudan doğacağını ileri sürmek yanlış olmaz. Doğrusu, Metin Erksan’ın biyografisini yazmanın benim açımdan bir plan dâhilinde oluşmuş olduğunu söylemek güç. Ama bu kitapla birlikte Metin Erksan’ı çok daha yakından tanıma fırsatım oldu. Artık şunu söyleyebilirim; Erksan ile bütünüyle olmasa da azımsanmayacak oranda bir karakter örtüşmemiz var. Bu onu daha iyi algılamama ve anlatmama imkân sağladı. Zaten insanın kendi karakteriyle büyük farklılıklar taşıyan, hemen hiçbir anlamda uyuşamadığı birinin biyografisini yazması pek mümkün değil. Yazsa da, eser kendini okutmaz.

 

Türk sinemasına olan ilginin kaynağı nedir? Çağdaşlarının yabancı sinemaya olan merakını ve Türk sinemasını geri plana atışını nasıl değerlendiriyorsun?

Akranlarımın ve çağdaşlarımın özellikle Hollywood endeksinde Batı sinemasına ilgi duymasının Türkiye’nin yaşadığı gelenekten büyük kopuşla çok ilgisi var. Sadece sinemada değil; neredeyse insana dair her alanda Batılıların yaptıkları ideal olarak kabul ediliyor. Ama buna inatla direnen, bize ait olana yaslanarak karşı koyanlar da yok değil. Metin Erksan bunlardan biri. Sanıldığının aksine Türk sineması, bu topraklarla irtibatını diğer sanat dallarına nazaran en sahih yollarla kuran alanların başındadır. Bugün Türk sinemasının köşe taşı olarak kabul edilen hemen tüm yönetmenler, Anadolu’yu kendine ait gerçekliğiyle yakalamışlardır. Zaten Avrupai film üreteceğim diye kötü filmlerden intihal yapan zihnen Batılılaşmış yönetmenlerin şimdi adı bile yok. Züppeliğin bunca değer gördüğü zamanlarda Türk sinemasının yeterince üzerinde durulması beklenemezdi elbette. Biz Doğuluları son yüzyılda istediği gibi belirleyen Batılı aydınların egosunu yerle bir edecek yönetmenlerimiz de yetişiyor. Kendi sesimizi yeniden bulma çabasındayız. Bunda da yadsınamayacak mesafeler kat ettik. Artık Batıyla büyük karşılaşmamızın vakti geldi. Kaçınılmaz son. Hepimiz bu mücadelenin ortasındayız, hepimize büyük vazifeler düşüyor. Yaptığımız işi hiç hafife almamalıyız.

METİN ERKSAN KUYUDA BİR YÖNETMEN ile ilgili görsel sonucu

Dergilerde film, yönetmen incelemelerini hep okuduk. Çok geniş olacak ama peki sinema görüşün ne? Yönetmenler içinde düşüncelerine en yakın kimi görüyorsun?

Sinemanın değeri, sevdalısını her sanat dalıyla ilişki kurmaya zorlamasıyla yakından ilişkilidir. Her şeyden önce sinema için ustalıkla işlenmiş bir zihni temele ihtiyaç vardır. Bu altyapıdan yoksun insanlar, diğer her şeye sahip olsalar da asla iyi bir yönetmen olamazlar. Toplum bilimde ideolojiler üzerinden dünyayı çözümlemeye ne kadar karşıysam, sanatta da akımların peşine takılmaya o kadar mesafeliyim. Bir akımın, bir kitle düşüncesinin peşine takılmak sanatçının ölümüdür. Sanatçı hem halkın içinde olmalı hem de halka ait düşüncelere karşı belli bir zırha sahip olmalı. Bu zırhı oluşturamayanlar, her şeyin sıradanlaştığı modern dönemlerde, zamanla dünyaya bakıştaki ayrıksı, taze yönü kaybedeceklerdir. Çok sayıda yönetmeni önemsiyorum, takip ediyorum. Ama özellikle Türk sinemasında Metin Erksan’ı, Ömer Kavur’u, Zeki Demirkubuz’u, Derviş Zaim’i ve Semih Kaplanoğlu’nu çok daha fazla öne alıyorum. Dünya sinemasında ise Bela Tarr, Bresson, Mecid Mecidi, Kiyarüstemi, Ken Loach ve Tarkovski üzerinde durduğum yönetmenler.

 

Kitapta en çok bölümlere başlamadan önce koyduğun film diyalogları kısmını sevdim. Bu yenilik ile neyi amaç edindin?

Bir insana ait bir duyguyu bir başkasının verebilmesi o kadar zor ki. Mesela bir yönetmenin oyuncusuna istediği duyguyu yüzde yüz verdirebildiğini söylemek çok zor. Her yönüyle ona ait olan bir duygunun, onun içsel yolculuğunu yaşamamış, kültürel olarak ondan oldukça uzak bir noktada duran bir oyuncu tarafından bütünüyle içselleştirilip yansıtılması asla mümkün olamaz. Bu bakımdan bir insanı anlatmanın en başarılı yolu, onun ruh devinimlerini en iyi hissettirecek olan sözlerini, davranışlarını olduğu şekliyle görmektir. Tevil, gerçeğin yorumcunun gördüğü şekliyle aktarılmasıdır.  Hiçbir dolaylı anlatım yoktur ki gerçekten uzaklaşmamış olsun. Erksan’ın kendi kaleminden çıkan bu replikleri yazıların başına koymakla, okuru ona bir adım daha yakınlaştırmayı murat ettim.  Bununla birlikte okurda Erksan’ın filmlerine karşı merak duygusu uyandırmak da istedim. Geri dönüşlerden de gördüğüm kadarıyla okur, kitabın ardından Erksan’ın filmlerini izleme ihtiyacı hissediyor. Bu, amacın hâsıl olduğunu gösteriyor.

 

Kitap ben de hep şöyle bir duygu ile ilerledi; Metin Erksan’a hak ettiği değeri onun yaşadığı dönemde veremedik. Bu, Erksan hakkında yazılmış ilk biyografiden öte bir vefa metni de diyebilir miyiz?

En ufak bir iyilikle karşılaştığımızda biz kent insanları, hemen teşekkür ederiz. Ama bize doğrudan maddi kazanım sunmayan, hatta belki ilk görünüşte örtülü bir maliyet de getiren büyük sanatçılara böyle bir teşekkürü gerekli görmeyiz. Hâlbuki kendi hayatlarını bir kibritin kavında eriten ve ömürleriyle büyük meşaleler tutuşturan bu öncü insanların hayatları halklarının hayatlarından ayrı düşünülemez. Onlar nihayetinde halkı ve ülkesi için çalışırlar. Her onurlu sanatçının hatırlanmaya ihtiyacı vardır. Metin Erksan “Unutmak ihanettir!” der. Ben bu ihanete ortak olmak istemedim.

 

Kurtuluş Kayalı başta olmak üzere kitapta birçok kişiden alıntıya yer vermişsin. Bu alıntıların kitaba nasıl bir katkısının olduğunu düşünüyorsun? Böylece neyi hedefledin?

Kitabı kurgularken çok katmanlı bir anlatım oluşturmayı amaçladım. Bu, hem dildeki tekdüzeliği kıracak hem de farklı boyutları paralel olarak okuyarak daha bütüncül bir portre çıkacaktır diye düşündüm. Kimi yerde yaptığım alıntıların meseleyi açan, okura yeni bir bakış kazandıracak yönlerde olmasına özen gösterdim. Kurtuluş hocanın Metin Erksan’la ilgili Türkiye’de neredeyse tek otorite olması onun bu konuda söylediği sözü daha değerli hale getiriyordu. Bu bakımdan o alıntılar Erksan’la ilgili daha derin bir perspektif kazandırmaya fırsat veriyordu. Ben de bunu sağlamak istedim.

 

O dönemin takdir mercileri; seyirci, entelektüel çevre veya devletin Erksan’ı göz ardı etmesinin nedenleri nelerdi?

Bunda elbette çok sebep sayılabilir ama neredeyse tüm sebeplerin Metin Erksan’ın karakteriyle ilgili olduğu söylenebilir. Eğer o, Batıcıların dilediği tarzda düşünse, film yapsa, günün hâkim değerlerini kabul ederek onlar üzerinden pazarlamacılığa başlasaydı bunca çatışmaya girmesine gerek kalmazdı. O ise mücadeleci karakterinin gereği olarak baskılara direnmeyi, kendine ait dünyadan damıttığı soylu düşünceleri insanlığın hizmetine sunmayı seçti. Türkiye’de bunu yapmak bile hedef haline gelmek için yeter sebeptir. Hâkim görüşün karşısında duran Erksan gibi yalnız adamlar olmasaydı; sanatın adı kalır mıydı, pek sanmam. Bir de onun filmleri öyle kolay yutulur lokmalar değildi. Eğlencelik film seyretmek için sinemaya giden seyircinin hoşlanacağı filmler yapmıyordu. Zor filmlerin, zor düşüncelerin adamıydı. Zor adamlardan genelde nefret edilir. Çünkü muhataplarının kafa konforunu bozarlar. Erksan’ın da düşmanı çoktu.

 

Metin Erksan filmlerine 1977 yılında çektiği Sensiz Yaşayamam ile son verir. Bu erken veda bir küskünlük mü?

Bu vedaya hem küskünlük hem de çaresizlik ortaklaşa neden olmuştur. Erksan’ın özellikle Susuz Yaz filmiyle Berlin Uluslararası Film Festivalinde Altın Ayı ödülünü almasının ardından ona karşı örtülü bir boykot başlatılmıştır. Türk sinemasına yapışmış sülüklerin türlü engellemeleriyle karşılaşmış ve nihayetinde yetmişli yılların sonlarına doğru artık hiçbir film teklifi almaz hale gelmişlerdir. Metin Erksan’ın erken vedası olmasaydı bize daha ne şaheserler bırakırdı düşünmek bile içten değil. Belki burada asıl sorgulanması gereken; neden her büyük sanatçının, aydının önünde kalabalıkların etten bir bariyer gibi gerinip kaldığıdır. Bizde insanı geri geri çeken, aşağıya çağıran çok kötü bir huy var. Buna direnenler için ise çağdaş giyotinlerimiz hazır. Erksan gibi nice aydının önünü kesen bu tuhaf hınç duygusu ve öç alma hissi değil mi? Sanki Türk sinemasının adını dünyaya duyurduğu için onu cezalandırmış gibiyiz. Bu saçmalığa artık bir son versek. Ne dersiniz?

 

Bu güzel muhabbet için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

 

 

 

 

 Söyleşen: Emre Söylemez

İZDİHAM