1 Eylül 2016

Merve Boyraz, Sorgu Mekanı

ile izdiham

Pazarları hep çok sevdim, şu sıkıcı tatil gününden bahsetmiyorum. Semt pazarları, hala bozulmamış kültürel değerlerimizden olan hani. Gereksiz rekabetin yarattığı gerginlikten uzak, her yaştan esnafın birbirine karşı desteği, güveni, mizahıyla donattıkları o muhteşem şölen alanı. Esnaf dehasını ortaya koyan, mücevher bulma edasıyla tezgahı alt üst eden tonton teyzelerin göbeklerini hoplatan o manilerse kulağımda kalan eşsiz senfonilerden.

Almayı hiç düşünmediğim şeylere bile göz atıp, saatlerce dolaşıp, düşünmekten uzak kaldığım has mekanlardan. Ama bu sefer olmadı. “Parça 5 tl” yazan tezgahta kafasız, mükemmel ölçüye sahip, eski püskü mankene giydirilmiş bir tişört çarptı gözüme, üzerindeki yazıyı okudum geçtim. Zaten kıyafetlerde yazan İngilizce saçmalıkları merak eder okurum hep. Birkaç adım attım, kaşlarımı çatıp gözlerimi kırpmaya başladım hani şu bir şeyleri anlamaya çalışırken yaptığımız sebepsiz bir o kadarda gereksiz davranışlar.

Tam karşımda var gücüyle bağıran o kap kara gence rağmen, bana çarpa çarpa geçen insanlara rağmen sadece o yazıya odaklanmıştım. “If your all dreams come true” yazıyordu, şöyle bir de çevireyim; “ Ya tüm hayallerin gerçekleşseydi”. Hızlı bir şekilde hayalini kurduğum onca şeyi düşündüm. Ya hepsine şuan sahip olsaydım. Yumuşak, küçük eliyle elimi kavrayan, iri gözleriyle bana bakan, uzun saçlı 5-6 yaşlarındaki kızım masum yüzünü bana çevirmiş gidelim hadi diyor olsaydı. Önce mutlu edeceğini sandım, sahip olacaklarımı düşününce.

Peki ya sonrası dedim, sonra. Hayal kurmaya devam edebilir miydim? Edebilir miyiz? Hayal etmeden sahip olduklarım benim gibi bir hayalperesti ne kadar mutlu ederdi ki? Sahip olmanın doyuruculuğunu sorgulamaz mıydım?

Daha fazlasını isterdim belki daha da fazlasını. Kim belirleyecekti sınırlarımı? Zihnimde yine soru bombardımanı başladı. Ben zaten zihninde mutsuz bir kadındım. Huzur uğramazdı. Çeyrek asırlık ömrümde beni en çok da bu yordu. Sürekli sorgulayan, doyum nedir bilmeyen, rahat yüzü göstermeyen zihnimin on/off tuşu olmasını diledim hep ve o kırmızı ışığın yeşile nadiren dönmesini.

Boşvermek istiyordum, o yazıyı okuyup uzaklaşmak. Bir iki adım atıp zihnimi kavurmaya başlamak değil. Kayıtsızca yoluma devam etmekti tek derdim.Yapamıyordum, zaten hiç yapamadım. Oysa hiçbir şeye bağımlılığım yoktu; içki,sigara,ot semtine uğramadım hiç. Ama bu soruların derdi neydi benimle, neden bırakmıyorlardı zihnimi? Septik miyim neyim, bilmiyorum. Aile kavramını bile huzurla kabul edemedim. Aşka, adamlara değinmiyorum bile. Kafamda, cevap bulamadığım, günden güne çoğalan soruları uğurlamanın yolunu bilen var mı?

Felsefe bu sorulardan doğduysa cevabını versin, veremiyorsa Allah felsefenin de belasını versin.

Merve Boyraz

İZDİHAM