4 Mart 2016

Liya Zerya, Edebiyatın Canı Cehenneme

ile izdiham
Atladığımız çağdan nereye düştük bilmiyorum ama sanal âleme düştüğümüz kesin.
Muasır medeniyet dedikleri bu tek dişi kalmış canavarın dişinin kovuğunu doldurmak için itiraf edelim yapmadığımız şaklabanlık kalmadı.
Mahremiyet perdesini rüzgâr araladı, mum ateşi sıçradı, yandı. Evlerimiz yani içimiz ayan beyan ortada. Oysa eskiden perdeler vardı. Onlardan önce tüller. Şiire bile konu olmuş perdeler, yazmış adam: “Perdemiz kadife olmalıydı / Basma da güzel olur.” Hani nerede perdeler? Sonuna kadar açtık sosyalleşeceğiz diye pencereleri. Artık aldığımız nefesten göz çevremizdeki kırışıklıklara kadar herkes haberdar. Yediğimiz yemeklere besmeleden önce fotoğrafla başlar olduk. Sizce de bu bir çürüme belirtisi değil midir? Teknolojiye ayak uyduracağız derken özümüzü eritmedik mi?Şiir demişken, günümüz sosyal medyasının kotalı karakterle sınırladığı bir ortamda 140 karaktere -boşluk da dahil- şiir diyenler var. Hatta yazdığı nesire şiir diyen insanlar biliyorum. Hani tabir yerindeyse giyinip süslenmeden sokağa çıkmak gibi okumadan şair olduğunu zannedenlerden bahsediyorum anladınız siz. Diyeceksiniz ki, okullu mu olmak gerekir alaylı şairler de var. Evet, var. Zaten edebiyat bölümü okuyanların kaçının gerçekten edebiyatla ilgilendiği de ortadayken bunu tartışmak zaman kaybı şu tüketim çağında. Okumaktan kastım diplomayı alıp kendi alanında atanamadan 657’ye tabi olmak değil, gözlüğünün derecesi -3,00’leri aşan okumak. Kitap okumak arkadaşlar. Cemil Meriç’in kesip attığı tırnak olamayız evet ama kendini donatmadan insanları donatacağını zannetmek ayrı bir mevzu. Bir takım simgeleri, dini mesela kullanıp insanların duygularına hitap ettiğini zannetmek yahut yazılmış bir eserde kelimelerde ufak oynamalar yapmak hatta ve hatta sosyal medya araçlarından Twitter’ı kullanıp insanların gündelik, olağan yazdığı ufak tefek sözleri alıp kendi imzasını atmak etik olmayan davranışlar bana göre.

Bir de sosyal medyanın edebiyat kanadında şu var: Dergi çıkarmak. Gözlemlediğim kadarıyla herkes dergi çıkarıyor neredeyse. Ama benim dikkatimi başka bir şey çekiyor: Dergi çıkarmak tamam iyi, güzel, hoş ama bu dergilerde editörlük yapan kimseler ne kadar bilgili, donanımlı? Bir sayı dergi çıkarıp ardından sosyal medyada yine sosyal medyanın diliyle söyleyecek olursam işin “goygoy” kısmıyla kısıtlı kalan, yeni bir sayı çıkaramayacak durumda olan birçok dergi var şu anda. Popülerliğini dergilerle olan münasebetine göre derecelendiren, devrik cümle kuruduğu zaman şiir olduğunu, edebiyat sevgisini Twitter’da takip ettiği kimselerin paylaşımlarını düzenli olarak favlayıp, mention atmaktan ibaret olduğunu zanneden bir nesil ile karşı karşıyayız. Cahit Zarifoğlu’nu, Rasim Özdenören’i, Erdem Bayazıt’ı televizyon kanallarından öğrenen, özentilik içgüdüsüyle şiirin ve şairin ruhunu boşaltan bir nesil… Yapmayın demiyorum, diyemiyorum. Bunlardan beslenen dergiler oldukça, dergilerin kanını emen kimseler de olmaya devam edecek. Takip ettiği kimseler ile ahbap-çavuş ilişkisini ilerletip işi başka boyutlara taşımak mıdır edebiyat aşkıyla dergi çıkarmak? Yoksa edebiyatı kendi çıkarlarına alet edip belden aşağı çalışmak mıdır olay? Rasim Özdenören ne güzel söylemiş: “Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele insanın bir derdinin olmasıdır.” Şimdi burada sorulması gereken şey şu değil midir?: Bizim derdimiz ne? Bakmayın siz benim dilimin bu kadar sivriliğine, derdi okumak olan güzel insanlar da tanıyorum. Harçlığının neredeyse tamamına yakın bir kısmını dergilere yatıran, Türkiye’de hatırı sayılır birkaç baba derginin sıkı takipçisi.  Dikkatinizi çekerim dergi diyorum. Kitapları da dergileri kadar çok ama dergilere özel bir ilgisi olan insanlar. Bir şeyler yazıp yazmadıkları önemli değil, sadece gözlemlediğim kadarıyla söylüyorum bunları. Neden biliyor musunuz? Çünkü edebiyatın kalbi dergilerde atar. En sıcak, en yeni yazılar dergilerde çıkar. Popülaritesinden çok içeriğidir bir dergiyi okunur kılan. İstediğiniz mecrada reklamını döndürün, okur kendinden bir şey bulamazsa fiyaskodur.

Şimdi egolarınızdan artık nokta kadar bile görünmeyen kalplerinize sesleniyorum: Şiir aşkına, edebiyatı rahat bırakın!

Liya Zerya
İZDİHAM