17 Ekim 2016

Kenan Çağan, Ne Olsa Gider – Anything Goes

ile izdiham

Estetik, nesnel belirlemelerin bütünüyle geçersiz olduğu alanlardan biridir. Bu yüzden estetiğin temel kavramları (estetik özne, estetik nesne, estetik değer, estetik beğeni ve estetik tavır) her zaman tartışmalı olmuştur. Bu kavramlara dair süre gelen tartışma, estetik faaliyetin keyfi niteliğine dair bir göndermeyi içermektedir. Ama aynı zamanda estetik faaliyetin değerinin belirlenmesinde bütünüyle ölçüsüz ve kuralsız olunamayacağı gerçeğini de aşikar etmektedir. Zira söz konusu kavramların karşılık geldiği anlamlar, somut olarak gösterilebilseydi, herhangi bir üretimin estetik alanına dair olup olmadığına ilişkin tartışmalar anlamsız olacaktı. Ancak üzerinde tam bir uzlaşının olmadığı bu kavramlar, estetik tarihi boyunca, belki de ilk kez bu kadar belirsiz, tanımlanamaz ve ölçüsüz olmuşlardır. Üstelik bu belirsizlik sadece kavramlara özgü değildir. Aynı zamanda estetik üretim alanlarının kendisine dairdir de.

Bilindiği üzere estetik, her zaman estetik faaliyetleri hiyerarşik ve kategorik olarak sınıflandırma gayreti içinde olmuştur. Yani bir yandan her sanatsal edimin bir ötekinden görece farklılığını belirleyen esasları tespit etmiş, bir yandan da, bu türlerin birbirlerine karşı olan hiyerarşik konumlanmalarını gerekçeleriyle açıklamayı denemiştir. Oysa günümüzde bu durum, tam bir belirsizliğe doğru itilmiş durumdadır. Sanat türlerinden herhangi birini ötekine karşın daha üstte konumlandırmak çok güçtür. Çünkü, sanat türlerinin kendilerine özgü, bağımsız, tanımlanabilir alanlarından bahsetmek çok güçtür.

Artık melez türlerin geçerliliğinden bahsetmek daha doğrudur. Farklılıkların kutsanarak melezleştirildiği bir dönemdir söz konusu olan. Postmodernizmin bir getirisi olarak tanımlayabileceğimiz bu durum, klasik sınıflamaların geçersiz olduğunu anlatmaktadır. Postmodernizm ilkesel olarak, sabitlemelere, hiyerarşilere, kutsallara, hakikat tekelciliğine karşıdır. Postmodernizmin inşa ettiği kültürel piyasa, her şeyin eş zamanlı var olabildiği, birinin ötekine karşı daha değerli olmadığı, her üretimin değerinin kendi içinde belirlendiği bir piyasadır. Dolayısıyla postmodern paradigmanın sanatın çoğaltılmasına, her yerde ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Bir başka ifadeyle postmodernizmin gündelik yaşamın bütünüyle estetikleştirilmesine katkıda bulunduğu vakadır. Ancak sanatın bu derecede yaygınlığı, her şeyin sanat başlığı altında toplanabilmesi, sanatın doğasına zarar veren bir şey olmuştur. Sanatın ruhu yok olmuştur. Çünkü Murhpy’nin (2000: 44) Kristeva’dan aktardıklarından da anlaşıldığı üzere; postmodern sanat, sanat yoluyla sanatın dışında konumlanmış bir şeydir.

Bunun sebebi bizzat postmodernizmin kendisidir.

Çünkü Jean Baudrillard’ın (1995: 20) da belirlediği gibi postmodernizmin kültürel dünyasında, “ne temel kural, ne yargı ne de zevk ölçütü var artık. Günümüzün estetik alanında, kendi kurallarını tanıyacak Tanrı kalmadı; ya da başka bir metafor kullanırsak, estetik zevk ve yargıya ilişkin hassas bir terazi yok artık. Sanatın durumu, tıpkı gerçek zenginlik ya da değere çevrilmesi imkansız olduğundan artık değiş tokuş edilemeyen ve bundan böyle yalnızca dolaşan paralar gibidir.” Bu yüzden de “postmodern sanatçı, kurallar ve nesneler ya da basitçe dile getirmek gerekirse, sınırlamalar bulunmaksızın çalışır. Yüceltme ve tecrübe ve dolayısıyla gerçekliğin üretimi birbirine karışır. Hem tüketiciler hem de sanatçılar sanat eserlerini bu tarzda yaratırlar” (Murphy, 2000: 47).

Postmodern paradigmanın hakim olduğu kültür ortamında, bütün diğer sanat türleri gibi, şiirin de hızlı bir dönüşüme uğraması kaçınılmaz olmuştur. Artık şiir, birbirinden oldukça farklı içerik ve biçimdeki bir çok ürünün ortak adıdır. Ortaya konulan ürünün niteliği ve biçimi neyi işaret ediyorsa etsin, ürünü ortaya koyan kişinin, onu nasıl adlandırdığı, ürünün öz varlığından daha önemli, daha geçerli hale gelmektedir. Yani herhangi biri –ki bu biri bireysel ya da kurumsal biri ya da birileri olabilir- herhangi bir şeyi nasıl adlandırıyorsa, o şey, adlandırılan şey oluyor. Dolayısıyla şiir başlığı altında, klasik şiir formunun, bütün tarihsel birikimine aykırı bir biçimde yeni ürünlere tanık oluşumuzun sebebi bu kabuldür.

Şiir her zaman kendini dönüştürerek ilerleyen bir tür olmuştur. Ancak bütün dönüşümlerine rağmen şiir, her zaman dil alanında (yazınsal) üretilen bir estetik değer olmuş; belki de ısrar ettiği en temel vazgeçilmezliği, dil (yazı) bağımlı üretilmesi olmuştur. Yani klasik şiir algımızın temel dayanağı, şiirin dilsel (yazınsal) bir üretim olduğuyla ilgilidir. Kaldı ki, herhangi bir ürünün dil (yazı aracılığıyla) alanında üretiliyor olması, tek başına şiir sayılma gerekçesini temin etmez, hiçbir zaman da etmemiştir. Şiirin, dille (yazıyla) üretilirliği, en azından bir zamanlar, edebi kanonun ortak uzlaşı alanıydı. Farklı edebiyat ekollerinin, farklı şiir tanımlarının olması kaçınılmazdı. Şiirin olmazsa olmazları konusunda, bu farklı ekollerin kendince şartları vardı. Herhangi bir metni şiir saymamak için, her ekolün kendince gerekçeleri vardı. Ama belki de ilk kez, şiir konusundaki tartışma, şiirin öz değerlerine kadar indirgenmiş durumdadır.

Baştan kabul edilmelidir ki, sanat kalıpların, değişmez kuralların alanı değildir. Doğası gereği kural bozucu, sınırları ihlal edicidir. Kendini dönüştürme ve yenileme potansiyeli en yüksek insani faaliyetlerden biridir. Kendini yenilerken, dışardan belirlemelere karşı koyma becerisi, onu her zaman daha özgün ve özgür kılmıştır. Bu bağlamda şiir de özgürleştirici bir edim olarak anılmalıdır.

Mevcut poetik algı, şiirin vulgarize edilmesini kolaylaştırmaktadır. Dilden (yazıdan), mısradan, imgeden, ritimden, toplumsal gerçekten, kadim hakikatten, anlamdan yoksun, her tür değersizlikten ve kuralsızlıktan beslenen, güzel ve çirkinin ötesinde bir yerde konumlanan bir poetik algıyla yazılan yığınla şey dolaşmakta ortalıkta. Düzyazıyı, aforizmaları, biçimsel takıntıları, birbiri üzerine giydirilmiş düzensiz ve anlamsız imgeleri, sloganları, bıktırıcı anlatımı, sahih olmayan metafizik ilgileri, her tür görsel malzemeyi kutsayan ve bütün bunları şiir sayan, her tür itirazı reddeden, meşruiyetini kendi içinde aramayı en yüce erdem olarak algılayan, kendini değer inşa edici pozisyonda gören bir ortam söz konusu olan. Söz konusu ortam bağlamında ele alınabilecek ve eleştirilebilecek bir çok şiir pratiğinden söz edilebilir. Ancak hem bugünlerdeki belirleyici etkisinden, hem de ekstrem bir şiir pratiği olmasından dolayı, görsel şiiri bu bağlamda irdelemek isabetli görünmektedir.

Bugünlerde şiirin dilsel bir metin olup olmadığı tartışması, şiirin öz değerlerine kadar indirilmiş durumdadır. Şiirin olmazları konusundaki tartışmayı biçim ve içerik konusunda sürdürmenin yanlış bir tarafı olmasa gerek. Ancak şiirin dil (yazı) dışında bir şey olduğunu söylemek fazlasıyla tartışmaya açık bir iddiadır. Şiir konusunda, dili (yazıyı), dilin informel kullanımlarını, çağrışımları, öz söyleyişi, müzikaliteyi, olmazlar arasında saymanın daha makul olduğu söylenebilir. Ancak bu iddia, şu parantezi açma gereğini hissettiriyor; şiirin yeni imkan arayışlarına karşı olmak mümkün değil. Şiir farklı sanat türlerinden beslenebilir, onlarla yeni ortaklıklar kurabilir. Bunu yaparken, kendinden, kendi değişmezlerinden vazgeçmemelidir.

Görsel şiiri, şiir alanına dahil edecek estetik yargı, hangi değerlerden beslenmektedir? Görsel şiir niçin şiirdir de, resim değildir? Dahası görsel şiiri, bir grafik tasarımdan ayıran, onu bir reklam afişinden farklılaştıran ayırıcı unsur nedir? İyi niyetimizi koruyup, görsel şiiri estetik alanına dahil etmemiz, onun niçin şiir olduğu ya da niçin başka bir şey olmadığı sorusunu gündem dışı tutmamıza yetmez. Bu anlamda edebiyatın, dolayısıyla şiirin ayırıcı vasfının dil (yazı) olması gerekliliği ortaya çıkar.

Bu gerekliliğe karşı koymanın kötü bir tarafı olmayabilir. Hatta yaratıcılığı destekleyen bir tarafı bile olabilir. Ancak bu yaratıcılıktan tezahür eden şeyin ne olduğu sorusu yine de önemini koruyacaktır. Bu nedenle üretilen metnin estetik bir değere haiz olduğu konusunda bir kuşku yoksa, bir sonraki adım; tanımlamanın ya da adlandırmanın, kolayca ve son derece keyfi bir biçimde vazedilmesi değildir. Bizim ne dediğimiz ya da ortaya koyduğumuz şeyi nasıl görmek ve adlandırmak istediğimiz, elbette değerlidir. Ancak estetik tecrübeyi bütün tarihsel mirasından kopararak, hatta yok sayarak var etmeye çalışmak mümkün değildir. Dolayısıyla görsel şiir başlığı altında üretilen her ürünün, sahiden şiirsel bir ürün olup olmadığı, açıklıkla tanımlanabilir olmalıdır. Bu tartışmayı bu kadar büyüten, alanı bu kadar tartışmalı kılan şey, bu alanda üretilen bir çok ürünün, tamamen dil (yazı) dışı ifade araçlarına yaslanıyor olmasıdır. Eğer bütün bu ürünler görsel şiir olarak adlandırılıyorsa, sorun sürüyor demektir. Yok eğer, görsel şiir dil (yazı) aracılığıyla görsel bir anlatı metni yaratan eserlerle sınırlıysa, kısmen tartışma hafiflemiş demektir.

Dilin (yazının) görsel bir anlatı aracına dönüştürülmesinde, şölensel bir yan bile bulunabilir. Desteklenebilir. Ama anlatı metinlerine ait sınırların ihlal edilmesi ve bu ihlallerden yeni, ama bir o kadar da melez ürünlerin ortaya konulması ve bütün bu yapılanların klasik adlandırmalar içinde yapılması doğru görünmüyor. Belki de bu durumda yapılacak şey, bu yeni metne yeni bir isim bulmak olacaktır. Bu yeni isim ‘görsel şiir’dir demek yeterli değildir. Çünkü bu görsel metinlerin bir çoğunda bir şiiri ortaya koyacak olmazlar yoktur. Yine de her şeye rağmen bu başlık altında üretilen ürünleri ve yürütülen tartışmaları değerli kabul etmekte çok sakınca görmemek gerekir. Aksine bu tartışmaların derinleştirilmesinden yana olmakta daha büyük fayda vardır. Çünkü bu yöndeki her gayret, yaratıcılığın önünü açan bir gayret olacaktır. Yeter ki tartışmalara konu olan metinlerin estetik bir değeri, tartışmalarınsa estetik bir referansı olsun.

Kaynakça
Baudrillard, Jean (1995), Kötülüğün Şeffaflığı, çev. Emel Abora- Işık Ergüden, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Murphy, John W. (2000), Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri, çev. Hüsamettin Arslan, 2. Baskı, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Kenan Çağan, Kaynak: Hece Dergisi

İZDİHAM