7 Eylül 2016

Kemal Tahir, Yorgun Savaşçı

ile izdiham

Filistin cephesindeki subay arkadaşlarının “Cehennem Topçu” dedikleri, yüzbaşı Cemil, dürbünü indirmeden kısa kısa gülünce, teyzesinin kızı Neriman gözlerini örgüsünden kaldırıp pencereden baktı :
-Neye güldünüz?
-Hiç
-Kuzum neye güldünüz?
-“Batarya-teeş” diye bağırsaydım, korkar mıydın?
-Ödüm kopardı.
-Dalmışım. – Cemil dürbünü indirdi- : Bizim bölükler karşı tepeye saldıracaklarmış da, koruma ateşi açacakmışım gibi geldi.
-Nedir koruma ateşi?
-Düşman siperlerine gülle yağdırırsın, başlarını çıkarıp ateş edemezler!
Neriman bir an daldı :
-31 mart’ta toplarınızı oraya koymuştunuz aklınızda mı ? – Duvarda ki genç subay resmine bakıp gözlerini hemen indirdi- : Nazmi’ye sormuştum, “Üstünüzden aşar mı mermileriniz ?” diye…
-Aşardı! – El yordamıyla cıgara paketini arayan Cemil de gözlerini fotoğraftan kaçırdı- : Nazmi’nin topları soldaydı, benimkiler sağda… “Abdülhamid’in muhafız tümeni çarpışmazsa …” diye kıvranıyordu Nazmi’cik…
-Çarpışsın mı istiyordu?
-Çarpışsın ki, birkaç mermi savurup herifin sarayını başına yıksın…
-Yıkabilir miydi?
-Sanmıyorum! Hiç mermi yakmadan topçu olduk biz… Manevra bile görmemiştik. Acemi topçu palavracıdır. – Cigarayı derin derin çekti- : On yıl geçti 31 Mart’tan bu yana… Nazmi rahmetli yirmi ikisindeydi 31 mart’ta… Demek bende yirmi üçündeymişim…
-Ya ben ?
-Sen mi ? – Cemil dürbünü bıraktı. Saçlarından tutup Neriman’ın başını yavaş yavaş büktü- : Dur bakayım! On altına yeni girmiştin güzelim…
-Çekme… Ay saçlarım… – Neriman biraz direndi, sonra gözlerini kapayarak kendisini bıraktı, öpüş uzayıp soluğu kesilince inleyerek ağzını kurtardı- : Delirdiniz mi Cemil Abi?..
-Abi demeyecektin ya!..
-Bırakın… Biri girse içeri?.. Annem anladı valla…”Bu soğukta, her gün yıkanmak neyin nesi…” dedi geçende…
-“Temizlik imandan” diyemedin mi? “Evleniyoruz “ deseydin!
-Bırak saçlarımı… – Örgü şişiyle Cemil’in eline yalancıktan vurdu- : Dün konuşuyorlardı Sarayhanımla… Baytar Salih Bey’in damadı geldi ya esirlikten… Evde kıyamet kopuyormuş… Giderken kundakta bıraktığı oğlan beş yaşını bitirecek… “İstemem bunu. Gitsin evimizden” diye paralıyormuş kendini… “Alıştırmak gerekti çocuğu… İçlenir, günah…” diye laf dokunduruyordu annem… Enver, ne demiş, bilin bakayım! “Annanne, Cemil dayımın yanında, başını niçin öpmüyor annem, nikah düşmez de ondan mı” demiş…
-Vay bacaksız vay!..
-Benimle yatmaya alışık… Korkuyor yerini alırsın diye…
-Yedi yaşında nikaha aklı eren oğlan, eğleniyordur bizimle… – Elini Neriman’ın yanağından boynuna, boynundan göğsüne, göğsünden oyluğuna indirdi- : Benim korktuğum başka…
-Neymiş?
-Gelecek arkadaşı düşünüyorum. Kalacak birkaç gece…
-Evet?
-Evetmiş… Naparız?
-Uslu dur… – Neriman bacaklarını istekle sıktı, gerindi- : Çek… Çek elini… Asıl düşünülecek şeyi düşünmüyorsun da…
-Ödüm kopuyor gebe kalırım diye… Uykularım kaçıyor.
-İyi ya … İster istemez söylersin teyzeme… “Biz hemen evleniyoruz” dersin…”Nerden çıktı, sipsivri bu?…Neden bu kadar acele?” derse, “Tanrı buyruğu…” dersin…
-Alay edeceğine düşünsene biraz beni…
-Sen niçin düşünmüyorsun?
-Ben düşünebilir miyim? Erkeksin sen… Güçlüsün… Düşünmek sana düşer… Çek elini… Bak ne diyeceğim… Subay mı beklediğiniz arkadaş?
-Değil…
-Nerede kaldı?.. “Dokuzda” dememiş miydiniz? – Duvardaki saate baktı- : Dokuz buçuk… Kızarım gelmezse… Mutfakta canım çıktı… İçki içmeyin olur mu öğle üstü…
Aşağıda bir kapı açılıp örtülünce Cemil elini çekti, Neriman hemen dürbünü aldı:
-Gelir değil mi yüzde yüz ?…- Pencereye döndü – : Dürbünle bakmak hoşuna gidiyor. Siz yokken alıp oturuyorum buraya… Görmediğim yerleri gösteriyormuş gibi avutuyor beni… İnsanların yüzlerini iyice seçiyorum karşı düzlükte.. Bütün dürbünler güçlü müdür bu kadar?
-Eh…
-Savaşa giderken mi almıştınız bunu?
-Hayır … Von Kres Paşa’nın armağanı…
-Kimin?
-Von Kres… Bir Alman paşası… Topçu atış okulunda komutamızdı. Kanal’a da beraber gittik.
-Niçin armağan etti?
-Bizim batarya, Süveyş kanalında bir gemi yakmıştı da…
-Çok pintiymiş… Öyle bir işe bu armağan az…Karşı tepeden mi gelecek mi gelecek beklediğiniz arkadaş?
-Bilmem…
-Nasıl adam?
Cemil az kalsın bu soruya da “bilmem” diyecekti.
Bıyıklarını çiğneyerek gülümsemesini sakladı. “Arkadaş” ın yüzünü hiç görmemişti. İttihatçıların kodamanlarından, eski Diyarbakır valisi, doktor Çerkez Reşit Beyi bekliyordu. Reşit Bey, Ermenileri öldürme işinin belli başlı suçlularındandı. Kapatıldığı Bekirağa Bölüğünden kaçırılmıştı on iki gün kadar önce…
– A… A… Nedir o?Birini kovalıyorlar Cemil Abi… Silah çekmiş polis…
– Silah mı? Ver bakayım? – Cemil dürbünü aldı- : Nerede hani? – Birden davranıp çömelmişti- : Tabanca mı herifin elinde parlayan?
– Tabanca… İyi gördüm. Hırsız mı kovalıyor? Hırsızı vururlar mı kaçarsa?
Kaçan adam kara paltoluydu. Cemil suratını seçmeye çalıştı. Gözlüklüydü. Düzlüğün bitimindeki ağaçlardan birinin gövdesine tutunup duralamış, sonra kaygan yokuşu inmeye başlamıştı.
Kovalayan polis, kaçanı gözden kaybedince durup döndü, konağın köşesinden koşarak çıkan arkadaşına, Bulgar mandırasını dolaşması işaretini verdi. Sonra düzlüğün bitiminde iki büklüm yaklaştı. Kara paltolunun kaçmaktan başka bir şey düşünmediğin anlayınca doğruldu, bacaklarına ateş açtı, sol koluyla destekleyerek nişan aldı.
– Vuracak Cemil Abi…vuracak göz göre… Eyvah vurdu!
Kaçan adam kurşun sesiyle sendelemiş,dengesini bulmak için kollarını havada çevirerek topukları üstüne biraz kaymıştı.
– Vuruldu. Vurdular değil mi zavallıyı?
Cemil, savaşa ilk giren genç arkadaşlarının telaşına karşın kullandığı sesiyle Neriman’ı payladı :
– Sus bakalım… Yok bi-şey!..
Adam düze inmişti. Karla örtülü tarlada bata çıka koşarken mandırayı dolaşan polis, kırk adımda ateşe başlayınca eğilerek elini beline attı :
– Vurulmuş değil mi Cemil Abi?.. Karnından vurulmuş…
– Sanmam … “Silah çekiyor” diyecekti, vazgeçti : Vurulmadı hayır
Adam doğrulup döndü, tabancısını yukarıdan aşağı indirerek, poligondaymış gibi rahat, iki kurşun attı. Tarlanın ortasındaki ağaca kadar gerileyip eski hasırların arkasına siperlendi.
– Gözlüklü, gördünüz mi Cemil Abi, serseri değil…
Tepenin düzünde, uniformalı polisler meçlerini tutarak koşuyorlardı.
Mahallede kadın çığlıkları, çocuk bağırtıları başlamıştı.
Cemil dürbünü atıp sıçradı :
– Kapıya Neriman … kapıya koş…
– Kapıya mı ?
– Koş diyorum.. Aç kapıyı… Hayır, açma büsbütün… Aralık dursun… – Sedirden atlayıp yüklüğe yetişmişti- : Dur kız… Teyzem farkına varırsa korkar. – Büyük çaplı mavzer tabancasını kılıfından çekerken sordu-: Komşu bahçeye geçebilir miyiz arkadan ?
Karşılık beklemeden kapıya atılınca Neriman yetişip koluna sarıldı:
– Hayır Cemil Abi… Hayır olamaz
– Delirdin mi? Bırak diyorum…Neriman’ı iki kez silkeledi, vurup düşürmezse kurtulamayacağını anlayınca duraladı- : Bırak…
Aşağıdan Selimhanım’ın sesi duyuldu :
– Ne var Neriman sen mi bağırdın?
– Kapıyı kapatın anne… Kol demirini vurun… Olmaz hayır…
– Bırak saçmalıyorsun… – Üst üste kurşun sesleri gelince, pek de farkında olmadan, Cemil, tabancayı vurmak için kaldırdı-: Bırak diyorum bırak…
Neriman tabancanın neden kaldırıldığını anlamadığı halde, Cemil’in gözlerinde parıltıdan ürkerek bir an geriledi, sonra yeniden atılıp bağırdı :
– Dur Cemil Abi … Silah boş…
– Hay Allah kahretsin…
Cemil tabancanın sürgüsünü çekti. Neriman’ın oğlu Enver kurcalar diye eve gelince şarjörü kilitliyordu. Boş silahı karyolanın üstüne atıp dolaba koştu.
Selime teyze basamakları gıcırdatarak çıkarken söyleniyordu:
– Buraları dağ başına döndü yavrum… – Sofa pencerelerinden birini sürdü- : Dur bakalım yine kimler vuruşuyor gündüz ortası…
Cemil,bavulundan şarjörü alıp doğrulduğu zaman, baytar emeklisi Salih Bey’in umursamaz sesi sokaktan duyuldu :
– Kendini vurdu herif…
Cemil şarjörü sürerek pencereye gitti.
Kara paltolu adam, ağacın beş adım berisinde yüzükoyun yatıyordu.
Baytar penceredeki kadınlara anlattı :
– Üç kurşun attı arka arkaya … Sonra doğruldu elini kaldırdı. Teslim olacak sandım. Tabancayı ağzına sokup tetiğe bastı.
– Kimmiş ?.. Neden kovalıyorlarmış?…
– İlahi Selimanım…Bu zamanda, sorduğun şeye bak…
– Koşsanıza Salih Bey… Belki daha ölmemiştir.
Polisler parmakları tetikte yaklaşmışlardı. Birisi potinin burnuyla dokundu. Selime teyze bağırmaya başladı :
– Ölüyü tekmeliyor bu edepsiz… Şuna bir şamar indirecek yiğit yok mu ?
Şubat güneşini yavaş yavaş bulut kaplıyor, ince bir esinti, tarlanın ortasında yatan ölüyü sise benzeyen boz bir dumanla örtüyordu.
Neriman inledi. Cemil şaşkın döndü. Koparacak gibi sıktığını anlayınca kızın kolunu hemen bıraktı, özür dilemeye benzeyen bir gülümsemeyle sedire oturdu. Tabancayı boşalttı. Ömründe ilk defa görüyormuş gibi, şarjörü bir zaman evirip çevirdi. İçi titriyordu. Gerilen bir sinir, sol omzundaki eski şarapnel yarasını, belli belirsiz sızlatmaya başlamıştı. Mangalı önüne çekti, ateşi açıp bir sigara yaktı. İçini çeker gibi içti.

Kemal Tahir

İZDİHAM