4 Mart 2016

Kayıp Zamanın İzinde

ile izdihamdergi

“Uyuyan kişi, saatlerin akışından, yılların ve dünyaların sıralanmasından oluşan bir halkayla çevrelenmiştir. Uyanırken içgüdüsel olarak bunlara başvurup yeryüzünün hangi noktasında olduğunu, uykuya daldığından beri ne kadar zaman geçmiş olduğunu bir çırpıda okuyuverir; ne var ki sıralamalarda karışıklıklar, kopukluklar olması mümkündür. Gece uykusuzluk çekip sabaha karşı, alışılmışın çok dışında bir pozisyonda, elinde kitabıyla uyuyakalmışsa mesela, havada kalmış olan kolu, güneşi durdurup geriletmeye yeter, uyandığı anda saati bilemez, az önce yattığını zanneder. (…) Ama benim kendi yatağımda bile, zihnimi tamamen gevşeten derin bir uykuya dalmam, zihnimi yattığım mekanın düzleminden koparmaya yeterdi, gecenin ortasında uyandığım zaman, nerede olduğumu hatırlamadığım için, ilk anda kim olduğumu dahi bilmezdim; en ilkel, en basit şekliyle belki bir hayvanın içinde kıpırdadığı şekliyle, varoluş hissini taşırdım sadece; bir mağara adamından daha aciz olurdum; ama sonra, hatıra denen şey kendi başıma içinden çıkamayacağım bu boşluktan beni çekip almak üzere gökyüzünden uzatılmış bir yardım eli gibi, bana geri dönerdi; uygarlığın asırlarını bir saniyede aşıverirdim, petrol lambalarının, ardından devrik yakalı gömleklerin hayal meyal görünen bulanık suretleri, benliğimin esas özelliklerini yavaş yavaş bir araya getirirdi.” Bu uzun alıntı Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinden. Uzun bir alıntı yaptım çünkü bu paragraftan yola çıkarak eserin çevresinde ve içinde dolaşmak niyetindeyim.

Proust’un, modern romanın başyapıtlarından biri kabul ettiğimiz Kayıp Zamanın İzinde’si uyku ile uyanıklık arasındaki o bulanık, o gölgeli zihin durumuyla açılır önümüze. Farkına varmadan uykuya dalarken bir saniyede kendiliği içinde kaybolur anlatıcı, zamanın ve mekanın düzleminden kopar ve sonra yine bir saniyede hatıralar uzatır ona ellerini, boşluktan çekip çıkarılır, asırların içinden geçerek benliğine yeniden ulaşır. Öyle gelir ki, Poust’un uzun uzadığa anlattığı bu döngü, ve hatta bu döngünün iç içeliği, ayrılmazlığı eserinin de ritmini, iç sesini, hareket noktasını belirlemektedir. Proust, her şeyden kopmuş zihnin, dünyayı ve zamanı bütünüyle algılama çabasındadır ve bu çabayla onu amacına ulaştıracağını hissettiren mekanlara, seslere, görüntülere, düşünce parçalarına dört elle sarılır… Onlardan yeni, yepyeni bir yaşam elde eder. Yaşam karşısında, yazı yoluyla yeni bir yaşam elde etmek; yeni bir hakikat yaratmaktır bu. Kim bilir, yazarın ayrıntılara, farklı ruh hallerine dair takıntılı bağlılığı da belki buradan gelir. Yeni, yaratılmış bir hakikate ulaşmanın aracı olarak roman; buradan yola çıkarak yazmayı istemenin romanı olarak Kayıp Zamanın İzinde…

Yapıtın “mitolojik” konusu

Roland Barthes, Kayıp Zamanın İzinde’ye pek çok konu yüklenebileceğini söyler: Zamanın felsefesini yapmak gibi “soylu bir konu”, yazmak isteyen ama başaramayan anlatıcıya dair “dramatik bir konu”, ‘dünya ne kadar küçük’ gibi basit bir deyişin keskin ve ısrarlı bir şekilde geliştirildiği “naif bir konu”. En çok üzerinde durduğu ise yapıtın o “mitolojik” konusudur. Buna göre uyku, yarı-uykululuk ya da yarı uyanıklık hali Kayıp Zamanın İzinde’nin hareket noktasıdır, bu uçsuz bucaksız yapıt genel bir algı durumunu, dünyanın manevi ve metafiziksel durumunu işler. “Çok özgün bir uykudur bu; bir düşçülüğü değil de aslında hakikate ulaştıran bir sahte bilinci işin içine katar: Bu anlatı diziminin mantığından ve kronolojiden çekip çıkarılmış, düzeni bozulmuş, kararsız bir bilinçtir; burada Freud’culuğun ‘derin’ topolojisi kesinlikle söz konusu değildir; bu bir yerlerin genişlemesi ve birbiriyle yer değiştirmesi psikolojisidir.”!

“Hakikate ulaştıran sahte bilinç”… Modern romana damgasını vuran, yazarları ve okurları peşine düşüren bir ideal belki de. Proust’u ve onun yapıtını edebiyat tarihi içinde ayrıcalıklı kılan da, bu ideale ulaşmış olmaları. Olanaklılık, tek bir örneği olsa dahi, umudu da, bu yöndeki çabaları da canlı tutuyor hiç şüphesiz. Ve bizleri tekrar tekrar Proust okumaya, yapıtının mitolojik, dramatik, naif ve soylu şifrelerini çözdürmeye devam ettiriyor.

Okurlarım endişelenmesinler, burada Kayıp Zamanın İzinde için tutup da, şahane bir kitaptır diyecek halim yok elbette. Ama elimde tuttuğum baskı, yapıtın Türkçeye tamamen kazandırılmış hali biliniz ki şahane bir kitap. Roza Hakmen’in müthiş çevirisiyle; (şiir çevirilerinin de Ahmet Güntan’a ait olduğunu söyleyeyim) bibliyofilleri mest edecek incecik sayfalı, dikişli ve deri ciltli haliyle gerçek edebiyatseverlerin kütüphanelerinde başköşeye koyacaklarına eminim.

Kayıp Zamanın İzinde – Marcel Proust – Yapı Kredi Yayınları

Oylum Yılmaz

İZDİHAM