11 Mart 2016

İdris Özyol, Ben Zaten Her Acının Tiryakisi Olmuşum

ile izdiham

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. Yollar senin olsun diyorum, ben kenardan yürürüm. Üstümüze yıkılıyor dediklerimiz ve biz dediklerimizin üzerine yıkılıyoruz. Yaralı bir hayvan gibi, arkamızda bir kan ırmağını sürükleyerek, yıkılıyoruz ettiğimiz her lafın üstüne. “Gece gündüz tenhalarda bekleyenim var demedin” diyorum bakarak gözlerine ve baktığım herşey üzerime yıkılıyor.

Bütün suçlar, bütün aşklar, bütün kaçaklar, bütün ihanetler, bütün kırıklıklar üstümüze boca ediliyor ansızın ve kör ve yaralı ve sadık ve kalbimizi avuçlarımıza alarak yıkılıyoruz.

Bizi yıkıyorlar, eski bir binayı yıkar gibi, kadim bir bilmeceyi çözemeyip kenara atar gibi, bir çiçeği kopartıp koklamadan ezer gibi yıkıyorlar bizi. Ve dilsiz ve bütün kelimeleri elinden alınmış ve yenik bir şehir gibi duruyoruz “onların tarihi”nin önünde.

Daha fazla ölmemizi istiyorlar, daha fazla yenilmemizi, daha fazla unutmamızı. Ölmeye ve yenilmeye eyvallah belki, ama unutmak asla. Unutamıyoruz. Zihnimizden kovduğumuz şeyler, bir bakıyorsun çocuklarımızda yeşeriyor. Biz bıraksak onlar alıyor savaş meydanının kenarına yığılmış mızrakları. Mızraklı ilmihal gibi yaşıyoruz ve mızraklar üstümüze yıkılıyor. Bir ilmihal kalıyor geriye, ama ‘hal’imizi ‘ilim’ yapamıyoruz.

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. “Gördüklerini unut diyorsun” bana ve herşeye rağmen bir cümle düşüyor ağzımdan: “Zet öldü bebeğim, Zet öldü”. Zet niye ölüyor bilmiyorum ve niye böyle bir diyalog geçiyor aramızda ve niye geçiyor bizim adamlar karşı orduya ve niye mızraklarına musaf bağlıyorlar, bilmiyorum. Hiçbirşey bilmiyorum ve bilmediğim şeyler üzerime yıkılıyor. Suç üzerime yıkılıyor ve detaylarını bilmediğim, belki de hiç yeralmadığım şeylerden dolayı yargılanıyorum “suyun önünde”. Su akıyor ve ben yargılanıyorum. Su akıyor ve biryerlerimiz kanıyor durmadan.

Su akıyor ve yeniliyoruz hep. Niye yeniliyoruz bilmiyorum. Niye yanımda yürüyen adam, sokağın köşesine geldiğimizde lüks bir ‘mercedes’e biniyor, bilmiyorum. Bunları bana sorma oğlum, bunları bana sorma. Ben olmadım hiç, biz de olmadık. Tahta kılıçlılar ve cüzamlılar ordusuyduk yeldeğirmenlerinin önünde. Yeldeğirmenleri dönmeye devam ediyor ve kırıldı kılıçlarımız. Niye ordaydık ve niye savaştık, bilmiyorum. Git ve aramızda sıyrılıp yüksek masalara kurulanlara sor herşeyi. Onların bir cevabı vardır mutlak. Çünkü biz sorulardan, onlarsa cevaplardan yontuldu. Biz sorularımızla kaldık ortada, onlarsa cevapların nimetiyle palazlandı. Belki bütün hikaye bu, belki de hikaye mikaye yok ortalıkta.

Üstümüze yıkılıyor herşey ve biz herşeyin üstüne yıkılıyoruz. Çocuklarımızı öldürüp önümüze atıyorlar. Avuçlarımızdaki kana benziyoruz ve giderek bir avuç kan oluyoruz kendi avuçlarımıza kilitlenen. Bizi kilitliyorlar oğlum.

Sorularımızın, yenilgilerimizin ve suçlarımızın içine kilitliyorlar. Demirin, ihanetin ve yıkılan gecekonduların içine. Kavuşamadığımız ‘Leyla’ların ve ihanet ettiğimiz ‘Mecnun’ların içine. Bizi kilitliyorlar oğlum ve tarih en büyük kilididir insanlığın. Bizi tarihin içine kilitliyorlar. Sana birşey sorduklarında asla konuşma oğlum, ağzını açıp birşey söyleme. Çünkü her cevap ihanetin kapılarını aralıyor. Her cevap biraz daha öldürüyor bizi ve yadellerin oluyoruz konuştukça. Yadeller, hepsi bu ve yıkılıyor üstümüze sıla, yıkılıyor üstümüze memleket, yıkılıyor üstümüze bir türkü. Geriye bir Leyla kalıyor hiç görülmemiş, bir de ‘Mecnun’ yüreğim. Ve belki de son yıkım onların güllesiyle geliyor. Bekliyorum. Sen bekleme ama!

Bizi kilitliyorlar oğlum. Sorularımızın, yenilgilerimizin ve suçlarımızın içine kilitliyorlar. Demirin, ihanetin ve yıkılan gecekonduların içine. Kavuşamadığımız ‘Leyla’ların ve ihanet ettiğimiz ‘Mecnun’ların içine.

İdris Özyol

İZDİHAM