6 Aralık 2016

İbrahim Varelci, Dilek Kartal’ın son kitabı “Çifte Açmaz” hakkında yazdı

ile izdiham

 

HAKİKATİN ŞİİRSELLİĞİ

VE ÇİFTE AÇMAZ

Hayatından memnun olanlar şiir okumaz. Onların ne şiirden alacakları bir şey vardır, ne de şiir onlara bir şey verebilir. Çünkü onların, hayatla olan bağı ontolojik olarak kopmuştur. Bir insanın hayatından tam olarak memnun olması, onun duygu dünyasının kapalı olmasına işarettir. O, bakıyordur ama göremiyordur. Tabi buradaki hayattan memnun olma hali, salt fiziksel ihtiyaçların yerine getiriliyor oluşundan kaynaklanan bir hoşnutluk değil elbette. Bu düzeyde bir memnuniyet, hayatın devamlılığı açısından elzemdir; lakin bu çağda yaşayıp da hayatından memnun olmak, işte bu çağın en büyük körlüğüdür. Bu yüzden şair, hayatından memnun olmayan ve fakat ona teslim olmayı göze almış kişidir.

k_942-cifte-acmaz

İnsanı ve dolayısıyla hayatı anlamanın en kestirme yolu şiirdir. Şiir, size ötelere sıçrayabilme imkânı sağlar. Hiçbir bilimsel kuramın, psikolojik tahlilin ve edebi betimlemenin ulaşamayacağı anlama kısacık bir şiir mısraıyla ulaşabilirsiniz. Ve dahi kalbe de ulaşmanın en patika yolu şiirdir. Şiirin asıl konusu insandır çünkü. Bu yüzden şiirin ontolojik bir sorumluluğu da vardır. Şair bu sorumluluğu üstlenen kişidir: Hayatı anlamlandırmak ve hakikate ulaşabilmek.

konuşmak konuşmak konuşmak
konuşmaktan yapılma bu çağda 
bu en zoru senden istiyorum
inleyişine ara ver ve beni
dinle!

Herkesin her şey hakkında konuştuğu bu çağda, kimsenin kimseyi dinlediği yok aslında. Koca bir gürültüye kurban gidiyoruz ve susmanın asaletini unutmuşuz. Hayatta var olabilmenin yegâne unsurunun konuşmak, her ne pahasına olursa olsun konuşmak olduğu bize ezberletilmiş. Bize suskun bir dil gerek, sesi derinden gelen, acıtan ama insanı kül etmeyen bir ses. Dilek Kartal, şiirini işte bu duygu dünyası üzerine kurmuş. Müslüman bir sesin; keskin olmayan, ılık ve insanın gönlüne ferahlık veren o nefesini hissediyorsunuz. Çuvaldızını kendine, iğneyi başkasına batıran bir şiir dili. Önce sükûnete davet eden, sonra insanın irkilip kendine gelmesini sağlayan ve sonunda bir çıkış yolu arayan şiirler. İnsanın hayatla ve hakikatle kopan bağını, tekrardan şiirle kurma çabası. Çünkü insan kendini unuttu, gökyüzünü unuttu ve toprağı da… İnsanı hayata bağlayan, ona sürekli ahireti ve ölümü hatırlatan, onu aşkın olanla sürekli hemhal eden ne kadar bağ varsa hepsi koptu. “elimizde dibi delinmiş bir torba” yla dünyada gezindiğimizi ne zaman fark edip de hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekeceğiz.

Şiir saftır, katışıksızdır, durudur, lekesizdir; bu yüzden duanın ruhunu taşır. Şair, her ne kadar dünyada olup bitenleri merkeze alsa da, asıl ulaşmak istediği mecra, basamakları çıkıp öze ulaşmaktır. Dilek Kartal, gündelik hayatın şiirini yazarak, her şiirinde çektiği sosyal bir fotoğrafla hem insan hallerini hem de toplumun mevcut durumunu, şiirin olanakları içinde, okuruna sunmuş. Bu ilk bakışta bir şair için büyük bir risk olarak görünebilir. Çünkü gündelik hayatın şiirini kurmak ve onu sığlaştırmadan üst bir duygu durumuna yükseltmek oldukça zordur. Örneğin evlilik hayatını anlattığı (buradaki anlatımdan kastım şiirsel bir anlatım) şiddetli geçimsizlik”, sosyal medyada duygularını ifşa edenleri anlattığı “nazlı bu: dostum: reelden”, ve yine başka bir şiirine de “enucuzpirlanta.com” ismini vermekten imtina etmemiştir. Çünkü onun için şiir hayattır. Bir şair duyarlılığıyla nazarlarını, yaşadığı hayata ve çevresine yöneltmiştir. Hayatın içinde olmayan, günlük hayatta yaşamadığı veya şahit olmadığı hiçbir duygu ve düşünce onun şiirine girmez. Onun şiiri duygunun sırtından geçinen değil, kendisi duygu olan bir şiirdir. Böylece malzemesi dünya olan ve merkezine insanı alan bir şiir dünyası kurmuştur o.

Bir şiirin tek hayali, kıyamete kadar şiir olarak kalabilmektir. İnsanın da hayali budur: Ölene dek insan kalabilmek. Şiir, insandan sorumlu mudur? Bunun cevabını vermek zordu ama kendini insanlığa karşı sorumlu hisseden şairlerin var olduğunu da biliyoruz. Onları, zaman hiç eskitmez. Onlar unutulmaz. Dilek Kartal’ın şiiri, zamansız olmayı başarabilecek mi, bunu önceden bilemeyiz elbette; ama onun şiirinin kendini sorumlu hisseden bir insanın kaleminden döküldüğünü anlayabiliyoruz. Aklımıza hemen şu soru geliyor: Şiir ne adına konuşmaktır? Bence şairleri birbirinden ayıran da budur. Şiirin nasıl söylendiği elbette önemlidir; ama ne söylediği de en az onun kadar önemlidir. Bence modern şiirin en büyük çıkmazı da burada. Şiiri salt imgeler dünyasına sıkıştırmak. Anlam dünyasını açmaktan ve anlaşılır olmaktan korkmak. Şiirin üst bir dil olduğunu kabul etmemek elbette mümkün değil; ama şiir daha çok üst bir muhayyile ve duygu dünyası sunar.

atlıyorum üzerinden imgelerinin
-aman allahım sen, ne kadar da zekisin!-
ah sen ve bu senin anlaşılmama gayretin
oysa sadece bir bardak çamurlu su bu
göstersene bana, hani bunun nerde dibi
 

Kendi iç sesini şiirle keşfeder insan. Bunun başka bir yolu yoktur. Şiiri unuttuğumuz için, kendimizi salt rasyonalitenin imkânlarına emanet ettik. Sadece “görünür olan” ve “meydanda” olan dikkatimizi çekti. Oysa hayatın anlamı çok daha derinlerdeydi, sesimizi şiire emanet edebilseydik, kendimizi daha iyi duyabilecektik. Ama hayat çok gürültülüydü, dünya taşıyamayacağımız yükleri her gün sırtımıza yüklüyordu. Günün sonunda bir kadının akmış makyajına dönüşüyordu hayat, sabah dağınık saç oluyordu. Gündüzleri beti benzi solmuş omuzları düşmüş ve zoraki giyilmiş üniformanın ağırlığını yüzünde taşıyan insanlar yürüyordu caddelerden. Bir babanın eve yorgun dönüşüydü geçim sıkıntısı dediğimiz şey. İşte hayat buydu. Bu yaşadıklarımızdı. Modern dünya bizden sürekli güçlü olmamızı istiyordu. Örneğin sinekkaydı bir tıraş, jilet gibi bir takım elbise, kur yapmaya müsait saçlar istiyordu bizden. Bir de o sanat galerileri yok muydu, ah o kültürel klişeler.

utanır mısın benden
tam ortasında bağırsam yüksek sanatlı bir resitalin
-çok sıkıldıııımmm!

Artık sıkılmadık mı birçok şeyden. Uzaklaşmanın zamanı daha gelmedi mi buralardan. Ne zaman kendimize döneceğiz artık? Kendimize gelmek için bazen herkesten gitmek gerekir. Bunun için sahici acılar gerekiyor bize, oysa biz sadece seküler acılar çekiyoruz artık. Mış gibi acılar yaşıyor veya acı çekiyormuş gibi yapıyoruz. Aslında hepimiz büyük bir açmazın içindeyiz; ama bunun farkında bile değiliz. Modern dünya her şeyi unutturuyor çünkü. Dünya zaten bir oyun ve eğlence sahnesi değil mi?

biz de çok silahlandık silahımızla
bıçak kemiğe, biz ona dayandık
biz allah’a sarılıp çok ağladık
perdesiz o ahın menzili
yerle gök arası kadar
biz buna iman ederiz dünya
biz bir de
o senin unuttuğun allah’a

 

 

 

İbrahim Varelci
İZDİHAM