5 Şubat 2018

Adı Yadigâr Yâdı Yeşilçam!

ile izdihamdergi

Sevgili Yadigâr Kardeşim,

Nasıl ve nereden başlayacağımı bilemiyorum. Sen gideli on dokuz yıl olmuş, dile kolay! Günlerin ve güllerin acımasızlığı bir tarafa, yıllar ne de çabuk geçivermiş. O günlerdeki adıyla Ahududu, şimdiki adıyla Sadri Alışık sokağındaki büfeci dostumuz Yavuz senin ölümünü bana öyle bir anlatmıştı ki, içim parçalanmıştı.

O anda, o devasa vucütla senin bırak ölmeyi hasta olup yatağa düşeceğin bile aklıma gelmezdi. Oysa, aynı sokak 27 numaralı Ahududu Palas’ın giriş katında kaldığımız yıllardan bilirdim ki, senin sürekli belin ağrır ayakların şişerdi. İzmir’de kostüme bir filmin çekimleri sırasında Cüneyt Arkın’ın rol gereği sana savurduğu bir tekmenin senin dizkapağına geldiğini, yaklaşık iki saat öylece kıvranıp kaldığını söylerdin; sinemayı hep ekmek kapısı gördüğün için de Cüneyt ne zaman çağırsa yüksünmez koşar giderdin. Ayağındaki bu kalıcı rahatsızlığın sebebi olarak Cüneyt ve Türk sinemasını göstersen de onu ve sinemamızı “mektepsizlik” saflığı herkesten çok severdin.

Elli iki numara özel ayakkabın bile bu rahatsızlıktan ötürü şişen ayağına olmazdı, bazı günler terlikle dolaştığın olurdu Yeşilçamı. Açlığıyla tokluğuyla Yeşilçam’ı geceli gündüzlü terk etmeyen birkaç sinema emekçisinden biri sendin; herkeste ah’ın ve hakkın var! Bundan olacak senin ölümüne bir türlü inanamadım. Hatta ölümün bana söylendiğinde, büyük bir hışımla Taksim İlyardım Hastanesi’ne koşmuş görevlinin çirkefliğine rağmen (benim de olabilir!) morga inmiş ve seni son defa, o meşhur kırmızı kazağınla morgdaki demir kasada yatarken görmüştüm; bizlerden hep gizlediğin gerçek adını da kolundaki etiketten öğrenmiştim: Adnan Enbiya Aybarlı!

Bütün büyüklüğün ve alçak gönüllülüğüne rağmen oraya bile sığmamıştın ama kimin kimsen olmadığından öylece bekletiliyordun orada, defnedilmek için. Memleketin sorulduğunda, sürekli “karnım nerde doyuyorsa benim memleketim orasıdır” der, Yeşilçam’ı daimi ekmek kapısı görürdün. Oysa senin baba tarafından kocaman bir Almanya gurbetin ve anne tarafından da ablak ve dost yüzlü bir şehrin vardı; Sivas! Bugün, 2 Temmuz’a rağmen sırf senin için Sivas’ı ve türküleri seviyorsam bil ki bu sen ve sinema hatırınadır.

Sen ki, ideolojisizlik ve ilkesizliğe rağmen beni Yeşilçam’a bağlayan özel insanlarımdan biriydin. Özel demişken, Yeşilçam’la özdeşleşen ve başta senin tabii ki benim de arkadaşım olan sinema emekçilerinin bazılarını yazıma misafir edip, yâdımı Yeşilçam edeyim istedim: Kudret Karadağ, Nizam Ergüder, İbrahim Kurt, Mehmet Samsa, Atilla Ergün, Kâzım Kartal, M. Ali Güngör, Mustafa Özkaya, Yılmaz Kurt, Mustafa Alpay Ziyal… Görüyorsun ki, senle ve arkadaşlarınla birlikte bu sokak o kadar çok azaldı ki ne Sadri Alışık’tan ne de Ayhan Işık’tan hüzün ve keder düşük kare eksik fotoğraf olup geçmiyor artık.

Hayattayken sana yazdığım ilk şiirimi esprili bir dille abartır “ödül heykelciği” gibi kendine kalkan yapardın ya! O şiirin yerine senin ölümünle birlikte başka bir şiirimi, “Üç Minimal Requiem”i koydum, beni bağışla! Babama ve tüm Yeşilçam yapımcılarına rağmen seni ne çok sevdiğimi ancak böyle anlatabilirdim; çünkü, benim şiir kanım sen ve Yeşilçamdı! 1992 yılının en soğuk o kış gününü, 14 Ocak’ı (Alev Altın’a olan aşkından ötürü olacak, ben o güne kaç yıldır 14 Şubat derim, bilmeni isterim. Ona yazdığın şiirleri ve onu düşünerek söylediğin yanık türküleri kaydetmek isterdim!

Ben de o günlerde eksik adam Alev Sayın’ı sevmiş gibi olmuştum. Sahi, aşk ve yalnız ki bir yerde kör kütük “alev’di!)  gerçekten hatırlamak istemiyordum. Çünkü, o günlerde zamanın şiir ve sinema tadında üşüdüğünü birkaç kişi bilebilirdi ancak, onlardan biri sendin, öbürü ben. Tabutuna bile sığmayarak, on kişinin omuzlarında Kulaksız Mezarlığı’nı sonsuz yurt edinmeye gittiğin o günden beri şiir ve sinema renginde içimin soğuk ve ters akıntısı elbette sensin; neyse ki, bu bile bir teselli sanki: Cemal Süreya’nın en sadık komşusu sensindir herhalde oralarda! Arada bir kalbinin ve ayaklarının ağrısını unutup sağa ya da sola dönüp şiire ve sinemalara selam veriyorsundur umarım.

Nasıl ve neremden öleceğimi artık bilemiyorum sevgili Yadigâr! Hani aşkı, şiiri ve sinemaları “yedi sokak yetmiş adım” Yeşilçam tadında herkesten çok sevdiğimiz zamanlarda ikimiz de açlığımızı ve yalnızlığımızı sokaklara bağırıp İstiklâl’e çıkar da, aşktan iyi hissederdik ya kendimizi. Senin avantür filmleri terk edip Kemal Sunal filmlerine terfi ettiğin yıllarda ben değilse de sen çok iyiydin, hatırla! İlk defa üçüncü sınıf otellerden ve üçüncü sınıf lokantalardan kurtulup Gayrettepe’deki beş yıldızlı bir otele taşındığında senin için Yeşilçam bitmiş sanmış, hatta alttan alta sana sitemkâr davranmıştım.

Bir de “üçüncü adam” olarak Tepebaşı Gazinosu’nda sahneye çıkmışlığın vardır ki, işte onu hiç unutamam! Gazino ve gece kulübü fedailiği dönemlerinde yediğin ölümcül dayağı bir de; (Yeşilçam’ın en iflah olmaz sinema hastası sevgili Sıddık Akbayır’ın kulakları çınlasın!)–Sen de Sıddık da duysun, öyle bir Yeşilçam /k/yazdım ki içime, ben öldüğüm gün tüm gövdem yedi sokak yedi bıçak yarılacak! Nasıl mı, senin ölümün üzerine yazdığım bu şiir gibi!

ADİGÂR EJDER İÇİN ÜÇ MİNİMAL REQUIEM*

Bir rol oynamak tesellisi bile yoksa,
çoktan kendimi öldürürdüm!**

1
Kabuk tutmayan bir yaraydı sende sinema
sende yarım ekmek arası hüzündü Beyoğlu
sende tek kişilik intihardı otel odaları
sende birer iç kanamaydı Yeşilçam sokakları
Hava Sokak Ayhan Işık Erol Dernek Sadri Alışık
devasa bir düşçocuktun ablak ve Sivas yüzlü
yedinci sanatın sokaklarında her gün–
sahi, sokaklara ve kendine dökülmeler ki
anlatılması güç bir renkti siyah ve karmakarışık
hayatın kendi olan o siyah roldün sanki her günkü
Yeşilçam, otel odaları, sokaklar, hayat
hepsi hepsi birer solmuş hatıra kararttılar rollerini
âh, yok şimdi hiçbiri!

2
Tıpkı bir Tarkovski filmi gibi öldün ölümü
öldün kışı acıtır gibi film setlerini
öldün aşkı kanatır gibi hayatın klaket sesini
ö l l-d ü ü ü n!
dilim varmasa da öldün demeye ama
adın beyaz üşüme kumru salâsı sokaklarda

3
Âh, Yadigâr Ejder
içi ıslanmış upuzun ağlamaklı bir roldür şimdi
Cemal Süreya’ya komşu
Kulaksız’da!

*) Sen gittin gideli, üçüncü sınıf lokantalar ve oteller öksüz,
üçüncü sınıf roller eksik!

**) Cesare Pavese

 

Hüseyin Alemdar
İZDİHAM