1 Mart 2016

Haydar Ergülen, Ahmet Uluçay; Bir Rüyayı Taşımak

ile izdihamdergi

Şiirin nasıl ilk olana dönmesi gibi, yani ilk haline ilk insana verildiği zamana dönmesi gibi, insanın da şiiri içe taşıdığını düşünüyorum. Benim için şair demek; o şiiri, taşıdığı o şiiri günün birinde eline kalem kâğıt alıp yazan insan demektir. Ona şair diyorlar. Ama şiir için şairlere gerek olmadığını düşünürüm hep. Sinema da tıpkı bu rüyayı taşımak gibidir. Yani sen bir yerde bir şiir taşıyorsun, öbür tarafta sinemayı taşıyorsun. İkisi de günün birinde görmek arzusuyla taşıdığın şeyler var. Ümmilik derken işte tam da Ahmet Uluçay’dan söz edeceğim.

Ahmet Uluçay’ın bir filmini gördüm. Bizzat kendisini ise bir kere gördüm, Taksim İlkyardım Hastanesi önünden aşağıya doğru Firuzağa’ya doğru giderken, yanında sinemacı kılıklı bi çocuk vardı. Hani vardır ya ekiplerde giyimiyle-kuşamıyla filan, işte öyle bir insan vardı yanında. Ve tabi Ahmet Uluçay’ı tanıdım. Yanlarından geçiyordum. Şey diyordu o çocuğa; ‘’bu akşam nerde kalacağım, hani bir ev falan ayarlayın, bir evde kalmam lazım, nerde kalacağım’’ diye bir şeyler söylüyordu. Ahmet Uluçay’dan tek kalan şey o andır bana.

Portreler yazmaya başlamıştım gecen sene “Yüzlerce” adıyla. Ahmet Uluçay’ı tam oturdum yazmaya başladım ertesi gün vefat haberi geldi. O hafta yazacaktım Ahmet Uluçay’ı, evet vefat haberi geldi. Onun filmini hepimiz biliyoruz. O filmdeki çocukların o rüyayı görmek ve başkalarına göstermek için, ama en çok o rüyayı başkalarına göstermek için çabaladıklarını. Bakın benim bir rüyam var, bir rüyam var benim, diyor ya. İşte onun gibi; benim bir rüyam var bunu siz de görün demek için.

Aslında o anlamda şiir yazanların şairlerin, sinemacıların birer aracı olduğunu düşünürüm. Niye, çünkü verilmiş ve sana gösterilmiş şeylerin ancak aracısı olursun, elçisi olabilirsin

Haydar Ergülen

İZDİHAM