3 Mart 2016

Haruki Murakami’nin yeni romanı Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları çıktı

ile izdiham
Renksiz Tsukuru ölmek istiyor
“Tsukuru Tazaki, üniversite ikinci sınıftayken temmuz ayından ertesi senenin ocak ayına kadar neredeyse sadece ölmeyi düşünerek yaşadı (…) Tsukuru Tazaki’nin ölüm düşüncesine kendini böylesine güçlü bir şekilde kaptırmasının nedeni açıktı. Bir gün en yakın dört arkadaşı, ‘Biz artık seni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz’ deyivermişlerdi. Doğrudan, ödün vermez bir şekilde, birdenbire. Bir de, böylesine sert bir şekilde ilan edilen bu karara neden maruz kaldığına dair tek bir açıklama bile yapmamışlardı. O da sormaya cesaret edememişti…”
İşte böyle başlıyor Haruki Murakami’nin yine olay yaratan, yine metrelerce okurun satın almak için kuyruklar oluşturduğu, İngiltere’de kapağının Kraliyet Opera Binası ve Tate Modern’in devasa bacasına yansıtıldığı, milyon satan kitabı Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları.
MURAKAMİ ÇILGINLIĞI
Bir yılı aşkın süredir Murakami’nin yeni romanının dünyada yarattığı, yukarıda pek azını saydığım tuhaf olayları izliyorduk. Kitap nihayet Türkçede. Tabii bizde uzun kuyruklar falan olmadı. Bu bir eksiklik değil. Türkiye’de de hatırı sayılır ama dünya standartlarına göre daha sakin bir okur kitlesi var Murakami’nin. İngilizcesinden okuma şansına erişenler henüz okumayanlara ballandıra ballandıra anlattığında anca iç geçirebildik aylarca. Dünyadaki çılgınlığı izlerken sormamak elde değil; ne oluyor?
Hele ki bir de her yıl bahisçilerin de kışkırtmasıyla Murakami Nobel Edebiyat Ödülü’nü ha aldı ha alacak diye hop oturup hop kalkıyoruz. Murakami’yi bilemeyiz ama dünyadaki yayıncıları çıldırmış durumda. Sabaha karşı kitap kuyruğunda bekleyen Murakami okurlarına kahvaltı verenler bile varmış. Burada yani Türkiye’de böyle bir şey olsa sanırım deliler gibi “pazarlama, ticaret vb.” diye yazıp dururuz. Yalnız tuhaf bir şey var, bu kadar pazarlama oyunlarına rağmen insan şunu düşünüyor; Murakami’nin buna ihtiyacı var mı ki? Üstelik Murakami öyle medyaya sürekli röportajlar veren, kendini gösteren, poz veren bir yazar da değil. Sanki Murakami başka bir evrende, dünyadaki yayıncıları başka… Olsun, ne yapalım! Biz gelelim Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’na.
RENKSİZ, YALNIZ VE “NORMAL” TSUKURU
Romanın kahramanı, 30’larında amaçsız bir adam olan Tsukuru Tazaki. Ve evet, Tsukuru Tazaki ölmek istiyor! Tsukuru ölmek istiyor çünkü çocukluğundan beri tanıdığı en yakın dört arkadaşı hiçbir açıklama yapmadan sadece “Biz artık seni görmek, seninle konuşmak istemiyoruz,” deyip hayatından çekip gidiyor. Tsukuru çoktan memleketinden ayrılmış, Tokyo’daki üniversitede öğrenim görmeye başlamış diğer dört arkadaşı ise ailelerinin yanında Nagoya’da kalmış. Tsukuru’yu terk eden arkadaşlarının hepsinin soyadı da bir renkten geliyor: “Tsukuru Tazaki dışında, diğer dördünün tesadüfen ufak bir ortak noktası daha vardı. Soyisimlerinde renklerin yer alması. Erkeklerden birinin soyadı Akamatsu yani kızılçam, diğerininki Oumi yani mavi deniz… Kızlardan birinin soyadı Sirane yani ak kök, diğerininki de Kurono yani kara ova… Yalnızca Tazaki soyadının renklerle alakası yoktu. Bundan dolayı, Tsukuru en baştan itibaren hafif bir dışlanmışlık hissine kapılmıştı.” Nedenini soracak cesarete ise erişemeyişi ve kendini bu ötelenmişliğin merkezinde ölüme yakın hissetmesi “neden” sorusunun başlıca kaynağı.
HERKESİN KENDİNE HAS BİR RENGİ VARDIR
Aradan 16 yıl geçer, Tsukuru o “neden” sorusunun yanıtını hiçbir zaman bulamaz. Artık 36 yaşında bir mühendistir. Tsukuru, bir kadınla, Sara’yla tanışıyor ve o kadın onu arkadaşlıklarını geride bırakma konusunda cesaretlendiriyor. Hem bu yeni kadınla hem de eski arkadaşlarıyla ilgili cinsel hayaller de kuran Tsukuru için bir hac yolculuğu başlıyor. Tanıştığı her insanı -sahte peygamberler gibi- onu bir hikâyenin içine katmaktan da çekinmiyor. Bu hikayelerde de yine renk kavramına çokça vurgu yapılıyor. Sözgelimi arkadaşlarından birinin anlattığı bir sahnede ölmekte olan bir caz sanatçısı insanları çevreleyen auraların renklerini görüyor ve “Herkesin kendine has bir rengi vardır,” diyor. Sonra da kendisini dinleyen kişiye “ölümden korkmama hediyesini” takdim ediyor. Sonra Tsukuru kendi kendine düşünüyor; herkesin içinde kendilerine özel bir ses var. Ama pek azı bu sesi duyabiliyor. Yani Tsukuru aslında kendisinin o kadar da renksiz olmadığını fark ediyor. Tsukuru daha sonra yepyeni bir insana dönüşüyor. Nihayetinde hayatından ansızın ve hiçbir açıklama yapmadan dört arkadaşını ziyaret ediyor Tsukuru… Karşılaştığı nedir peki? Onu da romanla aranıza girmemek için açıklamayalım.
KLASİK VE RENKLİ BİR MURAKAMİ ROMANI
Murakami yine her romanında olduğu gibi Batı klasiklerine ve popüler kültüre atıflar yapmış. The Pet Shop Boys’dan, Arthur Conan Doyle’a, Elvis Presley’e kadar… Murakami’nin müzik tutkusunu bilmeyen yok. Bu romanın müziği de Liszt’ten… Okurken Le Mal du Pays’ı dinleyin mutlaka.
Özetlemeye çalıştığım gibi aslında Murakami okurlarına yabancı olmayan bir kurgu ve bir roman kişisiyle karşı karşıyayız. “Normal” biri. Tırnak içinde Murakami kahramanı ne kadar normal olursa diye belirtsem sanırım anlarsınız. Amacı yok. Ortalama bir insan… Ve tabii ki erkek… Ve tabii ki arayışta. Zaman zaman aradığı şeyi bilmese yahut aslında aramayı istemese de… Tren garı tasarlayan ve bu garlarda saatlerce oturup hem trenleri hem de insanları izleyen bu adamın yalnızlığı bir yandan da çok güzel. Ha bu arada Tsukuru’nun garlara olan merakı aslında hayatının tüm evreleriyle de bağlantılı: oyuncaklar, ders, iş, sistem, var olan düzen ve hoop travmalar. Murakami duygusal travmaların bizi nasıl toplumdan soyutladığını da anlatmaya çalışıyor. İnsanların birbirini nasıl etkilediklerini, kendini keşfetmesini, acıyı ve kabullenişi de çok güzel özetliyor: “Tsukuru Tazaki ruhunun derinliklerinde anlayabiliyordu artık. İnsanların yürekleri arasındaki bağ yalnızca uyum üzerinden oluşmuyordu. Aksine, bir yaradan diğerine daha derin bağlar oluşuyordu. Acı acıyla, kırılganlık kırılganlıkla yürekleri birbirine bağlıyordu. Elemli çığlıklar olmadan suskunluk, kan toprağa akmadan affediş, insanın içini lime lime eden kayıplardan geçmeden kabulleniş mümkün değildi.”
Klasik ama renksizlik içinde renkleri bulduğumuz bir Murakami romanı var elimizde. Zaman zaman bazı bölümlerdeki uzun diyaloglar anlatıcının okurda yarattığı gizemin odağını dağıtsa da benim gibi inadınız inatsa şanslısınız. Tabii bu arada çevirmeni Hüseyin Can Erkin’i de şahane çevirisi için tebrik etmek lazım.
DÜNYA BASINI NE DEDİ? 
Independent özellikle 1Q84’ten sonra Murakami’nin bu romanını “rahatlatıcı” bulmuş. Nadiren içen, iki haftada bir yarım saat yüzen ve boş vakitlerini değerlendirmek için garları ziyaret etmeyi seven Tsukuru, Murakami’nin diğer kitaplarındaki karakterlerine yaptırdığı gibi bu güvenli bölgeden çıkmaya zorlanıyor. Independent’a göre de kitabın iki önemli teması renkler ve yalnızlık.
Guardian’a yeni romanı hakkında röportaj veren Murakami “Bu dünyada tuhaf şeyler hep olur. Neden bilmiyorum, ama olur. Ölmek üzere olan o piyanist neden insanların renklerini görebiliyordu bilmiyorum. Hikâyedeki en önemli gizem çözülmezse okuyucu deli olur. Benim istediğim şey bu değil. Ama belli bir sır, gizemini korumaya devam ederse merak uyandırır. Bence okuyucuların buna ihtiyacı var,” diyor. Başta kısa bir öykü yazmayı hedeflediğini söyleyen Murakami “Yalnızca 36 yaşında bir adamın yalnızlığını ve hayatını yazmak istedim. Böylece onun sırrı her daim sır olarak kalacaktı. Ama Tsukuru’nun kız arkadaşı Sara ortaya çıkıyor ve onu gidip neler olduğunu bulmaya teşvik ediyor,” sözleriyle romanının neden uzadığını anlatmış oluyor. Japon The Asahi Shimbun sitesindeki mülakatında ise Murakami, kitaptaki cazla ilgili kısımların da yine kendi müzik zevkinin bir parçası olduğunu söyleyip yazmayı müzik yapmaya benzetiyor.
Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları/ Haruki Murakami/ Çeviren: Hüseyin Can Erkin/ Doğan Kitap/ 320 s.
Sibel Oral değerlendirdi
İZDİHAM