1 Mart 2016

Güven Adıgüzel, Fantazyada ‘Huzur’ Bulmak; Bollwood’da Raks ve Müzik

ile izdiham

‘’Hint filmlerini görmeye giden insanlar

Eğer filmde şarkı ve dans sahnesi görmezlerse

asla mutlu olmazlar.

Müzik, Bollywood filmlerinin önemli bir parçasıdır.

İnsanlar sinemaya, ‘gerçek’ten çok

‘fantazya’yı görmeye giderler çünkü’’

Shabbir BOXWALA

Karma kültürlü, renkli, çok kimlikli ve gökkuşağı tabiatlı Doğu’nun, kolektif ve modern temsilcisi; Hindistan sineması. Hint sinema endüstrisi, Asya’nın bitmeyen şarkısı olarak -özellikle- 90’lı yılların sonlarına doğru yakaladığı o hızlı ivmeyi dış pazara açılma yolunda kullanmayı tercih etmesiyle; hormonsuz, derinden ve sükseli bir büyüme macerasının tam ortasında bulmuş oldu kendisini. Son yıllarda Hollywood’un etkisi altında global hâkim kültürün baskılayıcı formüllerine uyarak fast-food endüstrisine hizmet eden ‘ortak yapım’ melez filmlerle (dertsiz/Bond -hız/aksiyon) karşımıza çıksa da, geleneksel yapısını böyle bir zehirli aşıyla modernize ederek varacağı herhangi bir ‘yer’in olmadığı da ortada. Yoksulluğun pazarlandığı 9 Oscarlı ‘Slumdog Millionaire’ filminin, Hint sinemasını batılıların görmek isteyeceği bir favela-getto-slum romantizmiyle takdis etmesinin yapaylığı gibi, bu da çok tanıdık bir çıkmaz’dır.

Bollywood’un, ‘özgünlüğünü’ borçlu olduğu müzikal melodram diline yaslanarak- Bombay/Kalküta (Yeşilçam-Sinematek) açmazından modern Hindistan sinemasının temsiline doğru giden bu yolda- devasa bir endüstrinin sürükleyici/taşıyıcı gücü konumuna ulaşmasını bir başarı olarak sayabiliriz. Bollywood’un bu özel konumuna ulaşmasında, sinemanın yeni yüzünü simgeleyen Khan soyadlı Müslüman aktörler başta olmak üzere, sinemayı bir sektör olarak gören cesur yapımcıların da payı büyük elbette. Bu noktada Haydarabad eyaletindeki dünyadaki en büyük film üretim merkezi ’Ramoji Sinema Kenti’ni kalbinde barındıran Tollywood’u da unutmamak gerekir.

Popüler sinemaya alternatif olarak 1950’lerde Satyajit Ray önderliğinde Bengal eyaletinde başlayan Hint yeni dalga sinema ekolü, gişe garantili klişe senaryolara karşı bayrak açarak sektörel Bollywood imgesini sorgulamışlardı. Bu durum yalnızca ticari sinemaya bir başkaldırı değildi, sinema’nın büyülü ve dönüştürücü gücünün ortaya çıkarılma çabasına mütevazı bir katkıydı da aynı zamanda. Bengal asıllı efsane yönetmen Ray’a göre yönetmen-yapımcıların kafasında her daim ortalama bir Hindistan filmi fikri vardı ve bu şematik/şablonik tekdüzelik, sinemanın özgünlük derdi adına mutlaka kırılmalıydı. Ortalamanın üzerinde seyreden dönemin ‘öteki’ filmleri, sağlam temeller üzerine bina edilmiş ve özgün bir anlatım dilinin yakalanması sağlanmıştı. Bugün hala konuşulan bu Hint klasiklerini şöyle bir hatırlarsak; Sant Tukaram / Ermiş Tukaram, Mother India / Hindistan Ana, Awara / Avare, Pather Panchali / Yol Türküsü, Anand / Kalbe Giden Yol, Do Bigha Zamin, Amar Akbar Anthony, Shree 420, Mughal-e-Azam ve Andaaz.

Popüler/ticari Bollywood sinemasının çatısının, kalıplaşmış bir senaryo formülü üzerinden gişe başarısına yönelik bir saikle kurulduğu/kurgulandığı bir sır değil artık. Diğer bölgesel sinemalarda, örnek olarak Tamil bölgesini temsil eden Kollywood’da daha dertli toplu, nispeten ciddi, insan odaklı ve sosyal içerikli bir entelektüel sinema ‘varlığını’ sürdürse de, dil farkı yüzünden genel yaygınlık kazanamadığı ve kendi dış pazarını yaratamadığı için, doğal olarak Hint sinemasını Kollywood’dan değil, Bollywood filmleri üzerinden konuşmak zorunluluğu hâsıl oluyor. İmkânsız aşk merkezli romans’a raks ve müziğin eşlik ettiği, ortalama süresi 200 dakika olan, gözyaşı ve kahkaha dozlu bu türdeki Bollywood yapımlarına müzikal melodram adını vermek isabetli bir tercih olacaktır, çünkü Hint filmleri hem özgünlüğünü hem de antipatikliğini aynı özelliğine yani filmlerindeki o bitimsiz raks ve müzik seremonisine borçludur.

BOLLYWOOD, GELENEK VE KÜLTÜREL BİLİNÇALTI ÖRGÜSÜ

Hindistan’ın 1931’de Alam Ara / Dünya Güzeli filmiyle başlayan çok sesli macerası, geleneksel ruhun beyaz perdeye geri çağrılarak, Hint filmlerine şarkı ve raksın saltanatını getirmiştir. Hint sineması imgesi, raks ve müziği çağrıştırır. Bu kültürel bir devamlılığın işaretidir. Geleneksel Hint Tiyatrosu’nun dans ve müzik üzerine kurulu çatısı, yeni bir ifade tarzı olan sinema perdesine de form olarak ayniyle taşınmıştır.

Dans ve müzik, tiyatro’dan kalma bir eğlence ve mutluluk biçimidir/aracıdır. Ritüel ve ayin gibi manevi çağrımları da bünyesinde fazlasıyla barındırır. Hint sinema salonlarını salt eğlence mekânları olarak değil, Tapınak-Tiyatro-Mabed-Ayin gibi geleneksel kavramların toplam gerilimleri üzerinden, derin bir kültürel bilinçaltını hesaba katarak düşünmek gerekir. Bir Bollywood filmini izlerken; ‘’niye dans ediyorlar ki şimdi bunlar’’ sorusunu anlamlı kılmanın yolu bu tarihsel aidiyeti de kapsayacaktır çünkü. Ortalama bir Hintli seyircinin, gittiği filmde eğer dans ve şarkı sahnesi göremezse salondan mutsuz ayrılmasının gerekçeleri tahmin edilebilir olsa bile, tartışılabilir değildir.

Bollywood’un çatısı müzik ve danstır. Kahramanlar dertlerini en kısa ve en görkemli şekilde ancak bu yolla anlatırlar. Yani öykü kurgulanırken, bir bütünleyici ve yardımcı sözcü olarak dans ve müzik devreye girer. Bir ara geçiş süsü olmaktan ziyade, tamamlayıcı bir unsurdur. Şu gözden kaçırılmamalıdır; şarkıların sözleri her zaman senaryoya dâhildir. Filmin duygusu ve gerilimi bu şekilde yükseltilir. Raks ve müzik seyircinin karakter psikolojilerini çözmesine yardımcı olur, sürdürülebilir bir mesaj iletilme yöntemidir bu ve tarihsel bir karşılığı da mevcuttur. Dans figürlerinin her birinin Hint kültüründe özel bir anlamı vardır. Oyunculuğun ön şartlarından biri de budur. Evet, sesiniz güzel olmayabilir ama dans etmeyi mutlaka bilmek zorundasınızdır. Bollywood’un dans hocalarından Sekşem Bihadiya şöyle açıklar bu durumu; “Dans, Bollywood filmlerinin önemli bir unsuru. Her oyuncu dans edebilmeli. Ancak her oyuncu güzel bir sese sahip olmak ve şarkı söylemek zorunda değil. Çünkü kullanılacak şarkıların hepsi, en ünlü sanatçılar tarafından seslendirilerek kaydedildi Bollywood’da”

1932 yapımı “İndra Sabha” filminde -bir rekor olarak- toplam 72 şarkı vardır. Bugün nispeten daha makul bir seviyeye çekilen şarkı-dans sahneleri, ekseriyetle 7’şer dakikalık 4 ara geçişle formüle edilmiştir. Prodüksiyonların şarkılara göre ayarlandığı, senaryoların da buna göre yazıldığı kısmen doğrudur aslında. Bu klasik dans-müzik formlarında Hint mitolojisinin hala belli bir ağırlığının olduğu söylenebilir. Ticari bir zorunlulukla mutlu sonla bitmek zorunda olan popüler filmlerde kullanılan şarkılar, geleneksel Hint/Hindu tonlarını taşır. Bu playback şarkıları kadın başrol oyuncuları için Yeşilçam’ın Belkıs Özener’i gibi Hint sinemasında da Lata Mangeshkar seslendirir. Erkek solistler arasında Muhammed Rafi ve Kishore Kumar öne çıkan isimlerdir. Tabi asıl efsane altın sesli adam lakabıyla bilinen Mukesh’dir. Awara filminin şarkılarını da (Awara Hoon şarkısının melodisi kulaklarınıza gelmiş olmalı) seslendiren Mukesh’in ölümü, Raj Kapoor’a tarihe geçen o cümleyi söyletecektir; sesimi kaybettim.

Bollywood filmlerindeki dans ve müzik; ana hikâyeyi besleyen, duygusal iletişimi yükselten, karakterlerin zengin hayal güçlerine tanık olunmasını sağlayarak senaryoyu boyutlandıran, seyirciyi bir bilinçaltı gezisine çıkartarak o ana kadar zihninde dağınık duran parçaları birleştiren, âşıkların dilini çözen, görsel şölen havası ve rengârenk mekân atmosferiyle daima umudu besleyen, özgün, dinamik, sıcak ve kültürel bir meseledir. Sanatsal bir ifade aracı olarak Doğulu bir rüya sayılabilecek Hint sineması, kültürel bilinçaltını şekillendiren bin yıllık kadim tarihini kendi iç geriliminde sinema formunda taşımaya devam ediyor. Dans-müzik içeren bu sahneleri ileri sararken bi de böyle düşünelim.

*Bu yazı daha önce Nordik’te yayımlanmıştır.

 

 

Güven ADIGÜZEL
İzdiham