24 Şubat 2016

Agnes Heller, Günlük Hayatın Temel Etiği

ile izdiham

Dürüstlük erdemleri ile hiçbir şekilde bağdaşmayan tutum ve uygulamaları sıralamak çok daha kolaydır.

Şu gibi durumlarda bu erdemlerin varlığından söz edemeyiz: İnsan nasıl biri olduğunu (veya olduğuna inandığı kişiyi) belli etmiyorsa; insan hiç kimseye kendini açmıyor, tek bir “öteki”ne bile kendisini saydam kılmıyorsa; insan itiyat halinde kendi hal ve davranışlarının nedenlerini gizliyorsa; insan sahte bir davranış veya tutum sergiliyorsa (birtakım kötü sonuçlardan sakınma ihtiyacının dışındaki nedenlerle); insan hiç kimseye güvenmiyorsa; insan itiyat halinde başkalarından şüpheleniyor ve onlara hep kötü niyet ve emeller yüklüyorsa; insan itiyat halinde başkalarından bilgi veya haber saklıyorsa; insan, tutmak gibi bir niyeti olmadan sözler veriyorsa; insan itiyat halinde, tutup tutamayacağını düşünmeden sözler veriyorsa; insan özel, saklı kalması gereken bilgileri ifşa ediyorsa (birtakım kötü sonuçlardan sakınma ihtiyacının dışındaki nedenlerle).Leibniz’in düşünce zincirini hatırlayalım: hareketler, fiziksel kötülüğe yol açıyorlarsa (açtıkları için) ahlâki olarak kötü kabul edilir. Dürüstlük erdemlerinin eksikliği insanların sakat bırakılmasını, öldürülmesini, yoksullaşmasını, hasta olmasını getirmeyebilir (kimi zaman bunlar da olabilir, ama neyse). Ama unutmayalım ki, en kalıcı, tedavisi en zor ruhsal yaralar tam da bu erdemlerin eksikliğiyle açılır.

Mahrem bir ilişkide taraflardan birinin, karşı tarafın varsaydığı, beklediği ya da ta başından veri kabul ettiği dürüstlük erdemlerinden tümüyle yoksun olduğunun ortaya çıkması tam bir yıkımdır.

Başından böyle bir şey geçen kişi güvenini, özgüvenini ve hayata güvenme kabiliyetini yitirebilir. Bazen insanların duygu ve güvenleriyle oynayan insanlar bildiğimiz aşağılık insanlar değildir, sadece kendini gözetmektedir, düşüncesizdir veya kayıtsızdır.

Makbul kişilerin, doğru şeyi yapmaları gerektiğinde, cesarete ihtiyaçları vardır. Makbul kişiler, hayatlarının merkezine yaklaşabilmek için kendisine “Yapmam gereken doğru şey ne?” sorusunu soran kişilerdir. Diyelim ki böyle bir kişi, burada ve şimdi yapması gereken şeyi keşfetti. Bu kişi hemen, gözü hiçbir şeyi görmez bir halde gereğini yapmalıdır.

Bu somut karar eylemi, bu cesaret eylemi, “yapılması gereken doğru şeyin ortaya çıkarılması” modelinden farklıdır; “varoluşsal seçim modeli”nden de farklıdır.

Verdiği kararla veya karar aracılığıyla bu kişi kendini değil, bir şey seçer (yapılacak bir şey) ve burada akli müzakere askıya alınmıştır. Kişi, kendini geçmişten ve gelecekle ilgili tüm bilişsel düşünce deneyimlerinden yalıtarak, doğru şeyi yapmaya girişir; çünkü eyleminin sonuçları hayatına mal olacak olsa bile bu gözünde değildir. Ama öncelikle, kendini, geçmişinde yatan tüm belirlenimlerden ve o ana dek yapıp yapmadığı her şeyden bağımsız kılar. Ancak yine de kendini dünyadan ve gelecekten (ilk, varoluşsal seçimde olduğu gibi) yalıtmaz; daha çok, yüzünü tutkulu bir şekilde dünyaya ve geleceğine döner. Bir şeye doğru kulaç atmak için gözünü kapatıp harekete geçer. Ahlâki cesaret jesti fedakârlık jestiyle özdeş değildir. Ahlâki bir karar verirken, harekete geçmeye davranırken insan geride neler bıraktığının tümüyle farkındadır, ama insan gelecekte ne kazanıp ne kaybedeceğini bilemez. Saul, babasının eşeklerini takip ederek bir krallık kazandı.

Korkaklık ahlâki bir kusur değildir. Ama, bilmeliyiz ki, hayatımızdaki en büyük kötülüklerden (ahlâki kötülük ve ahlâki kötülüklerin yol açtığı fiziksel kötülükler), basit cesaret denemeleriyle kurtulabilirdik. Diktatör ve tiranlar güçlerini kötülüğe veya bayağılığa değil, açıkça korkaklığa borçludur. Ve bu, uygar toplumun gündelik hayatındaki tiranlar için de geçerlidir. Medeni cesaret, yüreklilik, tüm diğer erdemlerin yürüyüşe geçeceği yolu temizler.

Çağdaş gündelik hayatla ilgili ahlâki meseleler üzerinde düşünmek manevî olarak doyurucu olmayabilir, çünkü insan herkesin bildiği bir şey üzerinde konuşmaya çalışmaktadır. Ancak bu mütevazı işin yapılması gerekiyor, başka hiçbir neden olmasa bile, merkez felsefenin şu anda spekülatif bir kadanada oturduğunu düşünerek. O, tüm ahlâki erdem ve meselelerden geriye sadece adaletin kaldığını “biliyor”; o, ahlâkiyatın tümüyle görelileştiğini “kanıtlıyor”; o, ahlâki normları, fayda azamileştirmesinden çıkarsıyor ya da akılcı söyleme bağlıyor.

Bu felsefe, tam da bunları yapmakla, teorik olarak ahlâkiyatın yapısını çözüyor ve gülerek ya da ağlayarak bu zaten mumyalanmış cesedi toprağa gömüyor, Ama ahlâkın yapısı salt bilişsel vasıtalarla çözülemez; çünkü bilgi ve ahlâk, en azından kökenlerinde, heterojendir.

Ahlâk mutlaktır; mutlaktı, mutlaktır ve mutlak kalacaktır. Belki de gelecekte ahlâksız bir dünya söz konusu olacak; ama bu dünyada, kanun diyemesek bile, adalet olmayacak. Böyle bir dünya tahayyül edemeyiz, çünkü bizim dünyamızdan tepeden tırnağa farklı. Bizim dünyamız durdukça, felsefe halen (ve zaten) sahip olduğumuz, yani her gün kullanmakta olduğumuz ahlâkiyat türünü açıklama yeteneğinde olacaktır; mütevazı bir şekilde makbul, dürüst insanları izleyerek.

Agnes Heller

İZDİHAM