18 Şubat 2016

Güney Birtek, M. Antonioni Sineması

ile izdihamdergi

“…Hiç kuşkusuz, bir film, kamu seyirliği olduğundan, özel sorunlarımız da özellikten ayrılarak kamusal bir nitelik kazanır. Kendi adıma bugün iyice belirli bir duygum var; bugün derken, tüm dünyanın geleceğini ilgilendiren olaylar, kaygılar, korkularla dopdolu bir çağdan söz ediyorum. Kimi konulardan söz etmeyi sürdürmenin bir hata olduğu düşüncesindeyim. Çünkü biz sinemacıyız, bu nedenle de herkesin dikkati üzerimize çevrilidir. Bu nedenle kişisel yaşamımızın, her zamanki gibi süregittiği sanısını uyandırmaya hakkımız yoktur… Gerçekten de dünyayı tedirginliğe yönelten önemli olaylar karşısında bir aydının yapabileceği en olumsuz şey, insanların dikkatini bu önemli olaylardan uzaklaştıracak konularla uğraşmaya devam etmektir.Savaş yıllarında da, savaşın hemen ertesinde de ‘Yeni Gerçekçilik’ten söz edilmiyordu. Bugün gerekli değişikliklerle buna benzer bir atmosfer içinde olduğumuzu sanmıyorum. Hangi filmleri çevirebileceğimizi bilmiyorum, bunu öğrenmek de ilgilendirmiyor beni. Hiç kuşkusuz bazı şeyler olduğunu seziyorum, o da şu: Gerçeğin ortasında bilgiyi savunmak. Ve birçoğunun zihinsel tembelliğine ve sorumsuzluğuna katılmamak”

Antonioni (1912-2007), 1958 yılında sinema hakkındaki görüşlerini böyle ifade eder. Sinemada, İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımının şekillenmesinde emeği geçen sinemacılardan biri olan Antonioni, daha sonraları değişen ve beraberinde gelişen özgün kadrajını, hiçbir akıma bağlı kalmadığını ispatlayan fimler çekerek izleyicilere kendi tarzını, içeriğini ve biçimini sunacaktır.

1948-50 yılları arasında 6 belgesel film (N.U. Nettezza Urbana-Çöpçüler, L’amorosa Menzogna-Aşk Yalanı, Superstizione-Batıl İnanç, Sette Canne Un Vestito-Yedi Baston Bir Giysi, La Villa Dei Mostri-Canavarlar Evi, La Funivia del Faloria-Faloria’nın Teleferiği) yaptıktan sonra ilk uzun metrajlı filmi olan “Cronaca di Un Amore-Bir Aşkın Güncesi”ni 1950 yılında çekerek sinema dünyasına merhaba der.

Sonra beraberinde 1953 yılında çektiği “La Signora Senza Camelie-Kamelyasız Kadın” 1955’te Cesare Pavese’nin romanından uyarladığı “Le Amiche-Kadınlar Arasında” 1957’de “Il Grido-Çığlık” 1959 yılındaysa sinema tarihinin en iyi filmleri arasında yer alan ve kendine uluslar arası alanda ilk başarıyı sağlayan “L’Avventura’’yı (Serüven) çeker. Çektiği filmlerde savaş sonrası kadın-erkek ilişkilerini, gençliğin sorunlarını, insanın yabancılaşmasını, tedirginliği toplumsal belleğini irdeleyen yıkımları eleştiren bir dillekamerasını konuşturmaya hep devam etti.

Antonioni için, renkler çok önemliydi. Nihayetinde ilk renkli filmi olan “Il Deserto Rosso-Kızıl Çöl”ü 1964’te çeker. Renk uyumuna oldukça önem veren İtalyan yönetmen, ünlü Alman filozofu Hegel’in renk kuramından etkilendiğini söyler. Renkleri hep bir simgeye dönüştürmeyi amaçlayanAntonioni,sonraki renkli filmlerinde de bu amaçla devam edecektir.

1966’da çektiği Blow-up (Cinayeti Gördüm) filmi Cannes Film Festivali’nde ‘’Altın Palmiye’’ ödülünü alır. Blow-up filminde kullanılan renk uyumu, doğa sesinin kullanılışı ve oyuncunun harika performansı ile 60’ların gençlik ruhunu, ‘’gerçeklik ve yanılsama’’ ile bir vererek dönem gençliğininruhunu (uyuşturucu partilerini, vurdumduymaz hâllerini) ahlaki açıdan eleştirmeden, dünyanın sinemasal görüntüsünün etkili bir korku alanı haline gelmesi gerektiğini, algılarda tutmayı hedeflediği bir film olmuştur. Film, aydınlanma eleştirisi olarakta görülebilir çünkü; teknolojinin ilerlemesi insanları tembelleştirerek tüketime daha çok sevk eder hâle gelmiş, teknoloji ile yaratılan değerlerin esiri altına giren insan; benliğini, kimliğini kaybederek ‘’yaşamın anlamı nedir?’’ sorusuna kafa yoramayacak kadar budala bir nesile daha doğrusu kapitalist sisteme sert eleştirilerinsunulduğu film özelliği taşır. Yaşanılan dünyanın maskeler dünyası olduğunu söyleyen Antonioni, insanın hayali bir dünyada yaşadığını dile getirir.

Antonioni filmlerinde renkleri titizlikle seçmesinin nedenini soran bir gazeteciye; “Yaptığım her şeyi açıklamamı istemeyin benden. Açıklayamam. O öyledir. Bunu gereksindiğim belli bir anın nedenini sizlere açıklayamam. Bir renk gereksinimimin nedenini nasıl açıklayabilirim.” ve ekleyerek “Sadece renkleri değiştirmiyorum, onlardan yararlanmaya çalışıyorum.” der.

Antonioni sineması anlatım dili olarakta farklılıklar gösterir. Bir olay örgüsü ve ‘son’lara yer verilmeden kahramanların yaşadığı olayları soyut bir anlatımla göstermeye çalışır. Bu sebeplede temasının yorumlanması için kamerasına devingenlik verir. Bir yürüyüş sahnesinde kahramanı uzun planda takip eden kamerayı yine dış dünyadan kahramanın çevresiyle yürüttüğü ilişkileri görmemiz için de kullanır. Bazı zamanlarda ise ‘gizem’ yaratmak için uzun planlar gözümüzden kaçmaz.

Antonioni uzun ve kaydırmalı planlar kullanmayı tercih etmesinin sebebini: “Uzun plan kullanma alışkanlığım ilk filmim olan ‘Cronaca di Un Amore-Bir Aşkın Güncesi’ni çektiğim ilk gün ortaya çıktı. Hareket etmeyen kamera beni rahatsız etti. Sanki felce uğramıştım, sanki benim ilgimi çeken tek şeyi, oyuncuları izlememi engelliyordu. Ertesi gün kaydırma arabasını(travelling-tracking shot) sete getirdim. Böylece oyuncularımı çevrede dilediğim kadar izledim. Bu yöntem benim için gerçeği sunmamın en iyi yoluydu.” diye açıklar.

Çekim tekniği üzerine bir söyleşisinde de; “…Çekim süreci içinde bir planı nasıl çekmek istediğimi düşünmem; sadece çekerim. Filmden filme değişen tekniğim tamamıyla içgüdüseldir ve asla önceden düşünülmemiştir. Ne var ki, ‘La Signora Senza Camelie-Kamelyasız Kadın’dan önceki ‘Cronaca di Un Amore-Bir Aşkın Güncesi’ne göre daha kuralcıydım. Çünkü ilk filmimi çekerken oyuncuları, sahneleri bittikten sonra bile çok uzun planlar çektim. Ancak ‘Cronaca di Un Amore’ sonraki filmlerimden daha yenilikçi değildir. Sonraları kuralları daha sık yıkmaya devam ettim. Örneğin; ‘L’Avventura-Macera’da ve özellikle ‘Blow up-Cinayeti Gördüm’de.‘Blow up’, fotoğrafta olduğu kadar kurguda da kurallara aykırıdır. Roma’daki Deneysel Sinema Merkezi’nde hareket halindeki bir planın hiçbir zaman kesilmemesi gerektiği öğretilir. ‘Blow up’ta devamlı bunun aksini yaptım ve şimdi de yapıyorum. Örneğin; filmin kahramanı bir telefon kulübesine doğru ilerlerken kesmeyle çarpıcı bir planla oradadır. Ya da filmin kahramanının mankeni fotoğrafladığı sahnedeki sıçramalı kurgu. Roma’daki sinema okulundaki hocaların skandal olarak niteleyecekleri şeyi yaptım. Sahnedeki aksiyon süresince birkaç kere kestim. Fotoğrafçımın çekim sırasında hissettiklerini izleyiciye aktarmak istedim. Gerçi günümüz sinemasında bu yöntem oldukça geçerlidir. Ben kurallara boş vermeye uzun zaman önce başladım. Artık kurallara boş vermek, çoğu yönetmen için geçerli bir uygulamadır.”der.

Sinemada görselliğe önem veren başarılı yönetmenler arasında yer alan Antonioni; renklerle, doğa sesiyle, dinginlik ve sâdelikle sunduğu filmlerde izleyiciyi sinemanın büyülü dünyasına katmayı başarabilmiştir. Kamerayı eline aldığından beri sinemaya olan tutkusunu ölünceye dekdile getirdi diyebiliriz. Antonioni, belki de yaşamak istediği dünyayı sinemaya uyarladı… Renklerin ahenginde daldan dala konan bir martının sesi yahut yemyeşil bir ağacın hışırdayan yapraklarında ona ulaşmak mümkün olabilir. Kim bilir…

Güney Birtek
İZDİHAM