11 Mart 2016

Gülçin Durman, Babam ve Akınspor

ile izdiham

Kız kardeşimle bir zamanlar – babamın haftanın altı günü gecelere kadar çalıştığı, yüzünü zar zor görebildiğimiz yılları kast ediyorum- pazar günlerini dört gözle beklerdik. Pazar günü geldiğinde de, ta sabahın köründe başlardık babamı kandırmaya. Tek istediğimiz beraberce bir Pazar Gezisi yapabilmekti.

Bütün gün bahçelerde, arsalarda oynasak bile baba ile dışarıda gezmek bambaşkaydı o yaşlardayken. Gezmek için böyle başının etini yiyince babam da çaresiz  “Tamam” derdi. O gün, nereye gidersek gidelim, Beylerbeyi’nden ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, ilginçtir yolumuz mutlaka bir şekilde hep köprü yoluna çıkardı. Babam önce “Haydi oynayın bakalım!” diyerek bizi çimenlere salar, sonrada çömelmiş erkek kalabalığının arasına katılır ve anında havaya girip bizi de dünyayı da unutur giderdi.

Biz de önce heyecanla çalılara çiçeklere saldırır, birkaç şey kopartıp yolar sonra da toprağı eşeleyip böceklerle karıncalarla uğraşırdık. Derken çok geçmez güneşten bunalıp vızıldamaya başlardık. “Gidelim babaaa!” diye. Babam da kafasını bile çevirmeden-tıpkı yamaçtaki büyülenmiş diğer bütün adamlar gibi- “Tamam gideriz “ deyip dururdu. Tabii ki hiç bir yere kıpırdamazdık.

Maç bitene kadar iki kız bir yandan şikâyet eder bir yandan da düşmemeye çalışırdık, çünkü bayağı bir dikti bu alan. Zaten öyle rahatça oturamazdık da. Dikliği bir yana, taşlar dikenler de olurdu. Ama tuhaftır, onca adam sanki yumuşacık minderlerde, döşeklerdeymişçesine rahat, gözlerini ayırmadan topu takip ederlerdi.

Ben çocukken, semtimizde futbol çok önemsenirdi. Top da en çok kullanılan eşyalardan biriydi. Topların şahı meşin top, yaralanıp berelenmiş, havası inmiş meşin topların hayata döndüğü Bisikletçi Muzaffer Amcanın döküntü dükkânı ise o zamanın en işlek, en fiyakalı dükkânlarından biriydi. Semtimizde günün her saati her yandan önünüze bir top fırlayabilir; ateş gibi o toplar gelip, vücudunuzun bir yerine isabet edebilirdi. Bir tek yaşlı başlı teyzelere rast geldiğinde, yanlış vurduğu için ayağının ayarı bozuk kişilere kızılır, yoksa diğerleri için “Haydi, haydi bir şey yok! ” yapılırdı. Bunun için, öyle oyun moyunda kesilmezdi. Bazen kızlara özgü o kesik ritimle yürürken, fark etmeden top oynayanların içinde bulurduk kendimizi; nereden çıktığını anlayamadığımız çocuklar, adamlar hemen yanı başımızda biter, topun peşinde sürüklenip giderlerdi.

Futbol, hep hayatımızın içindeydi. Caddelerde, arsalarda, daracık kaldırımlarda bile çocukların kendi aralarında tertip ettikleri maçlara şahit olabilirdiniz. Pazar günleri halkın çoğu Beylerbeyi ile Küplüce’nin kesiştiği noktada, çocuk gözlerimizle hiç bitmeyecekmiş gibi görünen geniş yeşilliklerde –ki bizler kır derdik bu alana, maalesef şimdi villalarla kaplı ve artık burada eskiden piknik yaptığımızı, upuzun fıstık çamlarının dibindeki fıstıkları topladığımızı kimseyi inandıramıyoruz-  büyüklerin kıran kırana maçları oynanır, birkaç günde muhabbeti sürerdi. Bunların hepsine de saygı duyulur, oyuncular için ciddiyetle yorumlar yapılırdı. Kuşkusuz en zorlu maçlar Çamlıca Caddesi’nde, babamın berber dükkânının tam karşısında, altında sarnıç bulunan minik yokuşta yapılanlardı. Bir kere yokuşta koşmak zıplamak çok tehlikeliydi,  düşe kalka bağrış çağrış maçlar yapılırdı. O zamanlar için en büyük kâbus yani topun caddeye kaçıp patlaması da burada an meselesiydi. Gelip geçenler, esnaf hatta keyfi yerinde apartman sakinleri bile katılırdı bu cümbüşe.

O zamanlar da, şimdiki gibi randevu ile planlar- programlar yaparak, dünyanın parasını harcayıp malzeme alarak maçlar yapılmaz; her şey doğal seyrinde gelişirdi. Etrafta ayakkabıları paramparça, üstü başı dökülen iyi oyuncular çoktu. Ve bu yıldızların da bayağı bir hayranları olurdu.

Seksen darbesinden önce, babamın berber dükkânının müdavimi gençler, bir takım kurdular. Adına Akınspor dediler. Doğrusu dükkânda dünyanın, memleketin kurtuluşu için reçeteler aranırken, hemen bir sonraki muhabbet konusu da hep futbol olurdu.

Futbolculardan, hakemlerden gelen giden de çoktu. Mesela Trabzonlu futbolcular Giray Bulak ile Mehmet Birinci sık sık dükkâna uğrar maçlarına hazırlanmak için yalı boyunda denize nazır büyükçe bir yalıda dinlenmeye gelen İstanbulsporlu futbolcular dükkânın müşterilerindendi.

İşte bizim semtin efsane takımı Akın Spor 1978 yılında kuruldu.  İlk antrenörü Judocu Yaşar’dı. 1979’da Judocu Yaşar askere gidince, yerine babam geçti. 1981’e kadar da bilfiil Akınspor’un başında oldu. Diğer iki kardeşimin aksine ben hep mesafeli durdum Akınspor’a. Onlarsa hem dükkânda hem de sahada Akınspor için koşturup durdular.

Şimdi geriye baktığımda bunun sebepleri arasında, babamın pazarlarını yıllarca Akınspor için harcaması olabilir diye düşünüyorum; bir nevi kıskançlık yapmışım yani. Sonra hani bizim semtimizde, her yerden bir top çıkabilirdi demiştim ya. İşte o topların büyük çoğunluğu da hep bana isabet ederdi. O yüzden de top gördüm mü, hemen kaçardım.

Akınspor, o semt takımlarının altın çağında doğdu. Ve daha ilk maçında büyük bir gürültü kopardı. Futbolcular dizlerinin altına kadar inen şortlarıyla hemen dillere düştüler. Rakip takımlar sürekli formalarla dalga geçti. Fakat Akınspor bunlara zerre kadar aldırış etmedi. İşine baktı. 1978’den 1981’e kadar her pazar sahaya çıkıp iyi bir futbol için çalışıp didindi.

Bilhassa o yaz sıcaklarında hele ikindi namazına yakın maçları varsa top sahasının yanındaki Abdullah Ağa Camiinde namaza gidilir; Akınspor futbolcuları namazlarını kılmış olarak sahaya çıkarlardı. Tabii bu da diğer rakip takımların dikkatini çekerdi.

Akınspor tarihinde iki maç vardır ki hiç unutulmaz; biri -affetsinler beni, o zamanlar kendilerine böyle hitap ediliyordu- İskelenin Sarhoşları karşısında uğradıkları yenilgi ki, bu mağlubiyete babam kahrolmuştu. Diğeri de Kuzguncuğun Komünistleri’ni yendikleri maç. Tabii bu bir zaferdi Akınspor için. Babam yenilgilerden sonra feci sinirlenirdi;  bir keresinde hakem tarafından maçtan da atılmıştı. Her mağlubiyetten sonra bizim eve bir hüzün çökerdi. Hem kız hem de erkek kardeşim maç sırasında babamın yanından ayrılmaz, bağırır çağırır; futbolculara su ve limon taşırlardı.

Her takımın bir yıldızı vardır. Akınspor’un yıldızı da Rahmetli İzzet Ağabeydi-İzzet Arslan-. İzzet Ağabey takımın kaptanıydı da. Çocukların hayran olduğu, semt halkının çok sevdiği bir insandı. Takımın siyah  –yeşil renklerdeki formalarını da kaptanımız İzzet Ağabey kendi atölyesinde diktirmişti.

Akınspor ismiyle müsemma bir takımdı. Gerek takım, gerek gönüldaşları bir ülkü etrafında birleşmiş insanlardı. 1980 darbesi sırasında futbolculardan bir kısmı gözaltına alınmış; sorgulamada “Biz sadece futbol oynuyoruz!” demelerine rağmen yirmi bir gün içerde kalmışlardı.

Bir itiraf gibi olacak ama benim Akınspor’a hiçbir faydam dokunmadı. Maç saatlerinde kardeşlerim, canla başla takımın yanında yer alırken; ben oynamayı, sahanın hemen bitişiğindeki parkta sallanmayı tercih ettim. İşte o yüzden bu yazı biraz pişmanlık, biraz özür, biraz da hesaplaşma yazısıdır.

Akınspor’un hikâyesi kuşkusuz bu kadar kısa değildir. Ben sadece bir girizgâh olsun, o harika tatlıdan ağza bir damla şerbet düşsün diye bunları yazdım. Yoksa babamın berber dükkânı da, Akınspor’da çok çok daha uzun yazılar ister.

Gülçin Durman

İZDİHAM