28 Şubat 2017

Gökhan Arslan, Yeryüzü Cenneti

ile izdiham

gece, denizden yeni çıkmış bir kadın gibi uzanıyor yatakta,
omzuna bıraktığı ıslak ve uzun saçlarıyla. kadife kaplı maun
koltuğun üstünde, sayfaları darmadağın olmuş doğu öyküleri
ve arkası kemirilmiş bir kurşunkalem. pencereden içeri
sarkıyor sıcaktan bunalmış iki portakal dalı.

bacaklarını karnına çekip usulca kıvrılıyorsun gecenin yanı
başına. her nefes alışında göğsünle beraber kabaran terli
örtüye bakıp, içine ateş düşmüş bir şehri anımsıyorum. ahşap
raflarda, yalnızlığın kuruttuğu kırçiçekleri.

gıcırdayan avlu kapısının sesini duyuyorsun arada bir.
bahçeye kırlangıçlar girmiş olmalı. ahırda vakitli vakitsiz
kişneyen atlardan belli bu, balkon demirinde sallanıp duran
sararmış çamaşırlardan. gözlerini aralayıp sessizce izliyorsun
duvarda gezinen kertenkeleyi. perdenin aralığından küçük
bir ay ışığı gibi odana sızan incir sineği, gelip alnındaki ter
damlasıyla gideriyor susuzluğunu.

ne kadar güzel kemiklerin var! sana bakıp bunu geçiriyorum
içimden. ve yatağın üzerinde nasıl derin bir ırmak gibi
aktığını. çürümüş kütük kokusu geliyor burnuma. elma
ağacında bir cırcırböceği, gün ortasında bıraktığı sesini
arıyor yaprakların arasında.

tek başına bir deniz halkısın sen. düşlerin gövdenden daha
ağır. tenin, güneşin kuruttuğu bir parşömen gibi kırışıyor
uzaklara baktıkça. ucu kurumuş bir divite benzeyen işaret
parmağımı, tenindeki yaşam boşluklarında gezdirip, sana var
olmayan bir ülke çiziyorum. ben o ülkenin sürgünü,
kalbimde erkenden uyanan bir yaz inceliği.

gece, denizden yeni çıkmış bir kadın gibi uzanıyor yatakta.
sen, kırlangıçların meryemi, bana adını kimsenin bilmediği
bir dünya bağışlıyorsun.

 

 

 

Gökhan Arslan

İZDİHAM