15 Ağustos 2016

Fatma İçyer, Hepimiz 1984’üz

ile izdiham

Eğer birisiyle karşılıklı kitap takası yapmışsam kesin o kitabı (ç)alamadığım içindir. Yoksa benim takasla ne işim olur! Zinhar !Halbuki kızkardeşimin rafında 10 günlük iznim boyunca bana göz kırpan 1984’ü (ç)almama ramak kalmıştı. Planımı yapmıştım, gitme zamanı gelene kadar usulca bekleyecek, tam yola çıkacağım zaman çaktırmadan çantama gönderecektim onu. Kızkardeşim yokluğunu farkettiğinde ise ben çoktan Almanya semalarında olmuş olacaktım.  Velakin plan yürümedi son anda kızkardeşim 10 günlük sessizliğimden şüphelenmiş ve gider ayak beni yakalamıştı. Kitabı geri yerine bırakmak çok acı olacaktı bende elimi çantama attım ve bir başka (ç)alıntı olan ‘Çürümenin Kitabı’nı ona verdim, ‘reddedemeyeceği bir teklifti’…

Hayvan Çiftliğinde’de benzer bir vâkıa oldu desem hiç şaşırmayın. Galiba ilkokuldaydık, babam bu kitabı bize hediye ettiğinde. Dikkat edin bize diyorum! Eğer içimizden birine özel değilse, babam mutlaka ‘Sevgili Yavrularıma’ diye tarih düşerdi kitaplarımıza. Esasen kararlaştırmıştık kim evlenirse evlensin, bu evden giderse gitsin ortak kitaplar babaevinde kalacaktı, kimse kendi şahsi kütüphanesine almayacaktı ama ben söz dinle(ye)medim. Bu harika kitap benimle Almanya’ya kadar taşındı. Hayvan Çiftliğini hepimiz çok sevmiştik. Tabi o zamanlar bizim için Ezop’un Fabılları kıvamındaydı. Zaman zaman sesli okuduk, zaman zaman başkasına tavsiye ettik. Biz büyükçe kitapta büyüdü sanki. Zamanla her okuyuşumda farklı anlamlar çağrıştırdı bana. Dönüp dönüp tekrar okumak istediğim kitaplardan biri oldu.

Hayvan Çiftliği; dostluğun kitabıydı, direnişin, paylaşmanın, haksızlığa başkaldırmanın kitabı. En çokta insan nasıl yozlaşır sorusunun cevabını  veriyordu. Hele kitabın o harika sonu!! O betimleme, o anlatım.. Anafikir bir parağrafta nasıl verilir onu gösteriyordu, adeta anlatımda ustalığını ortaya döküyordu George Orwell. Ne zaman hayattan bir çifte yesem dönüp gözyaşları içinde o son parağrafı okurdum. Bak derdim kendime, senin Amerika’yı yeniden keşfetmene gerek yok, George amca o işi çoktan yapmış… Ne mi anlatıyordu yazar kitapta, hülasa son parağrafta? Bir çiftlik, insanların hayvanlara zulmettiği bir çiftlik. Bir gün hayvanlar isyan ediyor, çiftliği ele geçiriyor ve ardından bir Hayvan Cumhuriyeti kuruyorlar. Sonra ne mi oluyor? Aslında yüzyılların değişmeyen hikayesi tekerrrür ediyor… Okurken hayvan-insan, insan-hayvan  düzleminde götürüp getiriyor kitap sizi. Ta ki son parağrafa gelene kadar. Kitabı son parağrafa taşıyan son 6 sayfaya gelene kadar.. Acaba bir kısım hayvan sessizce yanaşıp, çiftliğin salonunu gözetledikleri pencereden ne duydular, ne gördüler???

Bir yazarın en iyi kitabını okumuşsanız eğer –bana göre en iyisi Hayvan Çiftliği- diğer kitaplarını okumak biraz daha netameli oluyor. Beklentilerimi düşük tutmaya çalıştım 1984 için. Beğendim mi,  evet hemde çok. Bir Hayvan Çiftliği değildi belki ama üslubu, anlatımı ve üst teması benzerdi. Zaten yazar, ‘Hayvan Çiftliğini yazmaya 1943 yılının Kasım ayında başlamış ve 3 ayda bitirmişti. Başlangıçta bastıracak kimseyi bulamasada, sağ ve sol cenahtan, en sonunda kitabını 1945 Ağustosunda 2.Dünya savaşının hemen akabinde bastırabilmişti. İşte bu kitaptan kazandığı parayla Orwell, İskoçya’nın batı kıyısında Herbidler’deki Jura adasında bir ev satın almış, 1946 yılında başladığı ‘1984’ün ilk taslaklarını 1947 yılında bitirmişti. O sıralarda veremle mücadele ediyordu ve 1948 yılında kitabı gözden geçirerek yeniden daktilo etmişti…” (Üster Celal, 1984, Can Yayınları, Önsöz, s.13-14)  Yazarlar bilimkurgudan , gelecekten, hayalden, kendi öngörülerinden esinlenerek bir kitap yazabilirler velakin sağlam bir eleştri, geleceğe ışık tutan bir önseziyle yazmak her kişinin değil er kişinin harcıdır. Yukarıdaki bilgiyi hatırlayın bu iki kitabın yazılma tarihi 50’li yıllar. 1984’te yazar bir dünyayı, herkesin ‘Büyük Birader’ tarafından gözetlendiği bir dünyayı anlatıyor. Sadece çok kısa zaman sonra gerçekleşek, adım sesleri duyulan bir yönetim şeklinin varabileceği en uç noktadan bakmamızı sağlıyor. Öyle ilginç ütopik bir dünya kuruyor ki ütopya denilebilecek şeylerin yer yer başımıza geldiğini görüyoruz. George Orwell korkusuz bir yazar, eleştirel aklını kaybetmemiş, kimsenin adamı olmamış, hatta bu uğurda kitapları ilk gittiği yayıncılar tarafından reddedilen bir yazar. İşte bugün onu dünya çapında bilinir kılan, bir çok dilde okuyucuya ulaştıranda bu cesareti, kimsenin maşası olmaması, anlatım gücü ve anlattıkları olsa gerek.

Orwell, Hayvan Çiftliğinde hayvanların gözünden o günkü dünya düzenine eleştirel bakmamızı sağlıyor. 1984’te ise insanların gözünden yapıyor bunu. Kahramanımız Winston’un nazarından, kurtul(a)madığı iç sesleriyle gerçek olan ve olmayanın peşine düşürüyor bizi. Her an sistemin adamları tarafından gerçeğin tahrif edildiği, dilin ve edebiyatın değiştirildiği, insanların her an gözetlendiği, aşkın yasak olduğu bir dünya… Kimin casus olup olmadığının belli olmadığı, her an savaşın         -belkide aslında olmayan bir savaşın-  sürdüğü, insanların hafızalarının silinmeye çalışıldığı, arzunun yok edildiği ve en önemlisi düşünmenin en büyük suç olduğu bir dünyayı anlatıyor bize. Her şey öyle iyi kurgulanmış ki kendinizi Winston’un yerine koymadan edemiyorsunuz. Güncesine şöyle başlıyor Winston: “KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER… Ama bir an,karaladığı sayfaları yırtıp atmak, günce tutmayı tümden bırakmak geçti aklından ama aklından geçeni yapmadı, çünkü bunun bir işe yaramayacağını biliyordu. İster KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER yazsın, ister yazmaktan vazgeçsin,  hiçbir şey fark etmeyecekti. İster günceyi sürdürsün, ister sürdürmesin, hiçbir şey fark etmeyecekti. Düşünce polisi onu nasıl olsa yakalayacaktı. Hiçbir şey yazmamış olsaydı bile, tüm öteki suçlarıda içeren temel suçu işlemişti. Buna düşünce suçu diyorlardı. Düşünce suçu sonsuza dek gizlenebilecek bir şey değildi. Onları bir süre hatta yıllarca atlatabilirdiniz, ama eninde sonunda ensenize yapışırlardı…”

1984, Hayvan Çiftliği kadar akıcı olmasada, elinize aldığınızda bitirmeden bırakmak mümkün değil. Hayvan Çiftliği’nin çevirisi, Nesil yayınlarından Rasim Özdönören tarafından yapılmış ve kusursuza yakın bir çeviri. Akıp gidiyor, Türkçe harika, anlatım harika… Maalesef 1984’ün, Can yayınlarından çıkan, Celal Üster’in çevirisi aynı tadı vermedi. 1984’ün daha zor bir çeviri olduğu muhakkak. George Orwell kitabın içinde insanların konuşmaya zorlandığı uydurukça bir dilden de bahsettiği için, kendi ana dilinde anlaşılabilir olan gerçek dil-uyduruk dil ayrımı tercümede yerini bul(a)mamış. Çünkü anladığım kadarıyla Celal Üster’de de ‘Öz Türkçe’ takıntısı var. Bu yüzden dilimizin zenginliği olan Arapça ve Farsça kelimeler kullanmaktan imtina edilirken, Türkçe adı altında uyduruk kelimeler kullanılmış… Bu durum Gerorge Orwell’ın kitabında anlattığı dilin yozlaştırılmasına benziyor birazda. Daha önsözde karşınıza çıkan ‘bağlaşma, budunsal (O ne ki ola bileniniz var mı?)’ gibi kelimeler okurken yoruyor ve akıcılığı bozuyor. Dahası anlaşılmıyor. Bu yüzden kitabın içinde geçen rahatsız edici bazı kelimeler, Celal Üster’in dil anlayışından mı kaynaklanıyor yoksa Orwell’ın kitapta anlattığı uyduruk dili anlatmak için kullanılmış kelimeler mi  pek anlaşıl(a)mıyor. Bu notuda bir kenara iliştirdikten sonra sonuca doğru yollanabiliriz.

1984’ü okuduktan sonra, en son bir sene önce baktığım Hayvan Çiftliğini tekrar elime aldım ve gözden geçirdim. Tekrar okudum desem yeridir.(tebessüm) George Orwell’ı andım ve ona teşekkür ettim.   Önce hangisi derseniz tabikide Hayvan Çiftliği derim.  Bu soruya 1984 diye cevap verenlerde çıkacaktır muhtemelen. Hangisinden başlarsanız başlayın sizi saracağı, beyninizde patlamalar yapacağı aşikar iki kitap. Düşünmenin, düşündüğünü söyleyebilmenin ve yazabilmenin neden bu kadar önemli olduğunu ise Winston’un ağzından okuyalım ve bitirelim: Winston güncesine şöyle yazmıştı: “Düşünce suçu ölüm gerektirmez: Düşünce suçunun kendisi ölümdür…” Sanırım biraz tarih bilenler bu sözün nereye tekabül ettiğini anlayabileceklerdir. Ya da ? Vesselam.

Fatma İçyer

İZDİHAM