6 Aralık 2018

Emil Michel Cioran, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne Kitabından

ile izdiham

Saat sabahın üçü. Şu saniyeyi duyumsuyorum, sonra da öbürünü, her dakikanın hesabını tutuyorum.

Bütün bunlar niçin? – Çünkü doğdum.

Doğumun sorgulanması özel bir uykusuzluktan kaynaklanır.

*

“Dünyaya geldiğimden beri” – bu …den beri bana öyle korkunç bir anlamla yüklü görünüyor ki, katlanılmaz oluyor.

*

Yapılan şeyin ağırlığını azaltan ve menzilini daraltan bir bilgi var: Bu bilgi için, kendisinin dışında her şey temelsizdir. Amaç fikrinden tiksinecek kadar saf olan bu bilgi, bir eylemde bulunmakla bulunmamanın bir olduğunu ifade eden o en uç noktadaki bilmeyi dile getirir ve yine en uç noktada olan bir doyuma eşlik eder: Her karşılaşmada, icra edilen hiçbir jestin ona bağlanmaktan başka bir anlamı olmadığını, hiçbir şeyin herhangi bir töz iziyle belirginleşmediğini, “gerçekliğin” usa aykırı olanın yetkisi dahilinde olduğunu tekrar edebilmenin doyumuna. Böyle bir bilgi “ölümden sonra ortaya çıkmış” diye nitelense yeridir: Bu bilgi, bilen hem yaşıyor hem yaşamıyormuş gibi, hem varlıkmış hem varlığın anısıymış gibi işler. Bilen, yaptığı her şey hakkında, eylem ânında bile, “Bu çoktan geçmişe gömüldü” der, geçmiş de şimdi’den böylece ebediyen azledilmiş olur.

*

Ölüme doğru koşmuyoruz, doğum felaketinden kaçıyoruz; onu unutmaya çalışan felaketzedeler olarak çırpınıp duruyoruz. Ölüm korkusu, bizim ilk ânımıza kadar giden bir korkunun geleceğe yansıtılmasından başka bir şey değildir.

Doğuma bela muamelesi yapmak tiksindiriyor bizi, buna şüphe yok: Doğumun en yüce iyilik olduğu, en büyük kötülüğün ömrümüzün başında değil sonunda olduğu telkin edilmemiş miydi bize? Kötülük, gerçek kötülük gerimizde’dir, önümüzde değil. İsa’ nın gözünden kaçan şeyi Buda kavramıştır: “Üç şey bulunmasaydı dünyada, ey çömezlerim, Kusursuzluk olmazdı…” Buda, ihtiyarlıktan ve ölümden önce, bütün zaaf ve bütün felaketlerin kay- 10 nağı olarak doğumu gösterir.

*

Hangi hakikat olursa olsun, ne denli yıkıcı olursa olsun katlanılabilir, yeter ki her şeyin yerini tutsun, yeter ki yerini aldığı umut kadar yaşamsallığı gözden kaçırmasın.

*

Hiçbir şey yapmıyorum, tamam. Ama saatlerin geçtiğini görüyorum – onları doldurmaya çalışmaktan iyidir bu.

*

Kitap yazacağım diye kendini zorlamana gerek yok, ayyaşın ya da can çekişen birinin kulağına fısıldanabilecek bir söz söylesen yeter.

*

İnsanlığın ne denli büyük bir gerileme içinde olduğunu, doğumun yas ve ağıtları daha da körüklediği tek bir halkın, tek bir kabilenin olmamasından daha iyi hiçbir şey kanıtlayamaz.

Soyaçekime başkaldırmak milyarlarca yıla, ilk hücreye başkaldırmaktır.

*

Her sevincin başında, hatta sonunda bir tanrı vardır.

*

Şu ânın içinde asla rahat değilim; beni, ancak benden önce gelen, beni buradan uzaklaştıran şey ayartıyor, var olmadığım o sayısız anlar: doğmuş olmayan.

*

Onursuzluk fiziksel ihtiyaç. Keşke bir celladın oğlu olsaydım.

*

Hangi hakla benim için duaya başlıyorsunuz? Şefaatçiye ihtiyacım yok benim, kendi başımın çaresine bakarım. Sefilin duası olsaydı, belki kabul ederdim; ama başka kimsenin, aziz bile olsa, istemem duasını. Selametim için kaygı duyulmasına katlanabilirim ancak. Ben o selametten korkup kaçıyorsam, ne büyük bir boşboğazlık dualarınız! Başkalarına edin o duaları; sonuçta aynı tanrıların kulu değiliz. Benimkiler her ne kadar güçsüzse de, sizinkilerin de o kadar güçlü olmadığına inanmak için haklı nedenler var. Tanrılarınızın sizin düşündüğünüz gibi olduğunu varsaysak bile, beni, belleğimden daha eski bir korkudan kurtarabilecek güçleri yoktur yine de.

*

Ne sefalettir duyumsama! Esrime bile, belki de, başka bir şey değildir.

*

Kendini Yaratıcı’dan ayırt etmek istiyorsa, ki her şey buna delalet ediyor, insanın kendine verebileceği tek görev bozmak, yok etmektir.

Doğmamın bir rastlantı, gülünesi bir kaza olduğunu biliyorum; yine de, kendimi unutur unutmaz, bu doğum dünyanın işleyişinde ve dengesinde sanki zorunlu ve temel bir olaymış gibi davranıyorum.

*

Bütün suçları işlemiş olmak – baba olmak suçu dışında.

*

Genellikle, insanlar düş kırıklığını bekler. Sabırsızlanmamaları gerektiğini, düş kırıklığının er geç geleceğini, o andaki işlerine kendilerini verebilmeleri için gereken sürelerin onlara verileceğini bilirler. Gafletten uyanmış olanın durumuysa farklıdır: O insan için, düş kırıklığı eylemle aynı anda geliverir, düş kırıklığının yolunu beklemeye ihtiyacı yoktur onun, oradadır düş kırıklığı. Kesintisizlikten kurtulan bu insan mümkün olanı yok etmiş, geleceği gereksiz kılmıştır. “Sizin geleceğinizde sizinle karşılaşamam,” demiştir ötekilere. “Ortak tek bir ânımız yok.” Çünkü, ona göre, bütün gelecek şimdiden oradadır.

İnsan başlangıçtaki sonu fark ettiğinde zamandan daha hızlı yol alır. Aydınlanma, yıldırım çarpmışa döndüren o düş kırıklığı, gafletten uyanmış olanı kurtulmuş olana dönüştüren bir kesinlik verir insana.

*

Görünüşlerden kurtuluyorum, yine de gömülüyorum onlara; daha doğrusu: Bu görünüşler ile onları bozan şey, ne adı ne içeriği olan, hem hiçbir şey hem de her şey olan bu şey arasında yarı yoldayım. Bunların dışına çıkacak kararlı adımı asla atmayacağım. Mizacım beni ikircim içinde dalgalanmaya, sürüp gitmeye mecbur ediyor. Şu ya da bu yönde karar vermeye çalışsaydım, selamete erip ölürdüm.

Emil Michel Cioran

İZDİHAM