27 Şubat 2016

Elias Canetti,Bir Tutku Olarak Hayatta Kalma

ile izdihamdergi

Bir tür hazza denk düşen, hayatta kalmaktan duyulan tatmin, tehlikeli ve doyurulamaz bir tutku halini alabilir.

Bir tür hazza denk düşen, hayatta kalmaktan duyulan tatmin, tehlikeli ve doyurulamaz bir tutku halini alabilir. Bu tutku kendi kendini besler. Hayatta kalanın karşılaştığı ölü yığınları ne kadar büyükse ve onlarla ne kadar sık karşılaşırsa, onlara duyduğu gereksinim de o kadar ısrarcı olur.

Askerlerin ve kahramanların kariyerleri, sonunda tedavi edilemez hale gelen bir tür tiryakiliğin geliştiği izlenimi uyandırır. Bunun bildik açıklaması şöyledir: Büyük insanlar ancak tehlikedeyken soluk alabilirler; onlar için tehlikesiz bir varoluş tatsız ve tekdüzedir; barışçıl bir hayattan hiçbir tat almazlar. Tehlikenin çekiciliği azımsanmamalıdır, ama böylesi insanların serüvenlerine tek başlarına çıkmadıklarını unutma eğilimi gösteririz.

Onlarla birlikte olup tehlikeye yenik düşen başkaları vardır ve bu da onlara, gerçekten ihtiyaçları olan ve artık onsuz edemeyecekleri, sürekli tekrarlanan hayatta kalma hazzını sağlar. İçin için kemiren bu ihtiyacı tatmin etmek için her zaman insanın kendisini tehlikeye maruz bırakması gerekmez. Hiçbir insan yeterince çok sayıda insan öldüremez. Oysa savaş meydanında, aynı şekilde davranan binlercesi vardır ve biri onların komutanıysa, onların hareketlerini denetliyorsa, savaş onun kararıyla başlamışsa, o zaman o insan, savaşın sonucu olan ölü bedenleri sahiplenebilir; çünkü onlardan sorumludur.

Savaş alanındaki komutanın unvanını gururla taşıması boşuna değildir. O emir verir; adamlarını düşmanın üstüne, ölüme gönderir. Zafer kazanırsa, savaş alanında gerek kendisi adına gerekse kendisine karşı savaşmış olan bütün ölüler onun olur. Ölenlerin tersine, zaferden zafere koşarak hayatta kalır. İstediği de budur; zaferin sonraki kutlamaları, zafer üzerindeki kuşkuları ortadan kaldırır. Kazandığı zaferlerin önemi ölülerin sayısıyla ölçülür. Düşman, doğru düzgün bir savaş olmaksızın teslim olmuşsa ve yalnızca birkaç ölü varsa, zafer gülünçleşir. Düşman kendisini cesurca savunmuşsa, zafer zor kazanılmışsa ve pek çok hayata mal olmuşsa, muhteşemdir.

“Sezar, diğer bütün komutanlardan daha çok savaşa katılmış ve daha çok sayıda düşman öldürmüş olduğundan onlardan üstündür. Çünkü, on yıl kadar bile sürmeyen Galya Seferi boyunca Sezar 800’den fazla şehri ele geçirmiş, 300 halka boyun eğdirmiş ve çeşitli zamanlarda, bir milyonunu fiili savaş sırasında öldürdüğü, bir milyonunu da tutsak aldığı üç milyon insanla savaşmıştı.”

Bu, insanlığın yetiştirdiği en insancıl adamlardan biri olan ve bu nedenle de savaş düşkünü ya da kana susamış olarak saldırılamayacak birinin, Plutark’ın fikridir. Bunu göz önüne almak ve yapılan hesabın kesinliği üzerinde düşünmek gerek. Sezar bir milyonunu öldürüp, bir milyonunu da tutsak aldığı üç milyon kişiyle savaşmıştır. Gerek Moğollar gerekse daha sonraki Moğol olmayan komutanlar bu sayıları aşmıştır, ama olup biten her şeyin yalnızca komutana atfedilmesindeki naiflik nedeniyle bu yargı önemlidir:

Ele geçirilen şehirler, boyun eğdirilen halklar, savaşılan ve tutsak alınan milyonlarca düşman, bunların hepsi Sezar’a aittir. Ama naif olan Plutark değil, tarihtir. Firavunlar savaşlarını anlattıklarından beri bu gibi kaygılar adet olmuştur ve bugüne kadar da hemen hemen hiç değişmemiştir.

Sezar talihliydi, bütün düşmanları ölürken o hayatta kaldı. Kazananın kendi kayıplarını sayması, o koşullarda görgüsüzlük olarak görülürdü. Sezar’ın durumunda ise bu sayılar öldürülen düşmanlarınkiyle karşılaştırıldığında çok fazla değildi. Gene de Sezar binlerce müttefiki ve Romalı ölürken, hayatta kaldı. Bu anlamda tamamen başarısız sayılmazdı.

Gurur veren bu bilançolar kuşaktan kuşağa aktarılır ve her kuşak, insan kardeşleri büyük kitleler halinde ölürken hayatta kalma tutkusuna çıldırasıya hayran olduğu potansiyel savaşçı kahramanlara sahiptir. Tarih, onların amacını, daha onlar başarıya ulaşmadan haklı çıkarmıştır. Bu türden hayatta kalmada en yetenekli olanlar, tarihteki en büyük ve en emin yeri alırlar. Onların şöhreti sonuç olarak, galibiyet ve mağlubiyetten çok kurbanlarının devasa sayısına dayanır. Hiç kimse Napolyon’un Moskova’dan çekilirken gerçekte neler hissettiğini bilmez.

Elias Canetti

İZDİHAM