8 Mart 2016

Demir Özlü

ile izdihamdergi

Ölümün döşeğinde yatıyoruz onunla; yere serilmiş incecik bir şilte üzerinde yatıyoruz. Gövdem gövdesinin üzerinde (bilmiyorum ne değin uzun bir süreden beri) –başlangıcı fagotların üflediği incecik bir ezgiydi anımsadığım– bunu ben istemiştim daha çok; o da ılık geniş yumuşaklığı, güneş yanığı sakinliği içinde kabul etmişti benimle birlikte şiltenin üzerine uzanmayı. İşte bitmeyen devinim! Onun içine giren –onun da büsbütün içine aldığı– gövdemin gergin gücü dolayında, durmadan eritici kıvamda sularını salgılayarak açılıp kapanıyor işte! Böylece karşılıyor devinimimi; öylesine ki düşünemiyorum başka bir şey. Islak ve üzerine güneşin gölgesi düşmüş gövdem onun gövdesinden başka ne ki sanki.

Yüzü yüzümü karşılıyor; ağzıysa akan sular İle –kavranılamaz– bir koşutluğu sürdürüyor.

İşte bitmeyen eylem: mavi apaydınlık bir gecenin eylemi bu. İşte bitmeyen gerçek, dönen, yayılan, içine girdiğim yayvan yüzey. İşte bütün bir yaz mevsimi çıplak deniz kenarlarında, korularda içimin özdeklerinde birikmiş güç, seni harcayacağım irinlerimi akıtarak, işte durmadan büyüyen, açılan, sonra kapanan sulak ağız. incecik ölüm döşeği üzerinde (uçucu varlığımın ıssız bir düzey üzerinde durduğu, sonsuzluğunu duyduğu süre değil miydi bu?) kim bilir ne değin ince tahtalardan, bambudan ya da kemiksi, beyaz, yapay bir örgüden dokunmuş; senin öykünü deyimleyebilmek isterdim kanlarımı akıtarak; gövdemin, senin yüzeyinde gerilen yapışıcı gövdemin, kendi öz-ruhunu sonsuz devingen birleşime satmış varlığı ile birlikte.

Diri, sonsuz denizsi varlık! Öykünü yazacağım senin de.

Kademelerin, yapıların, sırtların, unutuşların, solgun görünüşlerin, beklemelerin, yeniden bulmaların, uzun çırpıntılı denizin yarı uykulu yan uyanık öyküsünü. Madem ki parıldayan gövdem tüylerle örtülü güneş yanığı gövdenden başka bir şeyi duymuyor; işte onu betimleyeceğim ben de.

Demir Özlü

İzdiham