29 Ocak 2018

Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu

ile izdiham

Günümüz moda kavramları arasında şeffaflık kadar kamusal söylem üzerinde hâkimiyet kurmuş bir başkası yoktur. Özellikle de enformasyon özgürlüğü bağlamında hararetle kullanılır bu kavram. Her yerde karşımıza çıkan ve kavramın fetişleştirilmesine ve totaliter bir görünüm kazanmasına varan şeffaflık talebi, siyaset ve ekonomi alanlarıyla sınırlandırılamayacak bir paradigma değişimine dayanır. Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine olumluluğun konduğu bir topluma dönüşmektedir. Böylelikle şeffaflık toplumu kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösterir.

Şeyler, her türlü olumsuzluktan arındıklarında, pürüzsüzleştirildiklerinde, düzleştirildiklerinde, sermayenin, iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar. Eylemler işlemsel (operasyonel) hale geldiklerinde hesaplanabilir, yönlendirilebilir, ve kontrol edilebilir süreçlere tabi olduklarında şeffaflaşırlar. Zaman, elimizin altındaki bir şimdiler dizisi kertesine getirildiğinde şeffaflaşır. Böylelikle gelecek de olumlulaştırılarak optimize edilmiş bir şimdi haline gelir. Şeffaf zaman kadere ve olaya yer vermeyen zamandır. Görüntüler, her tür dramaturjiyi, koreografiyi ve sahnelenişi, her tür yorumbilgisel derinliği, hatta anlamı yitirerek pornografik hale geldiklerinde şeffaflaşırlar. Pornografi görüntü ile göz arasındaki dolayımsız temastır. Şeyler, tekilliklerini terk edip sadece fiyatlarıyla ifade edildiklerinde şeffaflaşır. Her şeyi her şeyle karşılaştırılabilir (vergleichbar) kılan para, şeylerin birbiriyle eş bir ölçüye vurulamazlığının, tekilliğinin her türünü ortadan kaldırır. Şeffaflık toplumu aynının cehennemidir.

Şeffaflığı sadece enformasyon özgürlüğüne ve suistimallere ilişkin olarak ele almak işin boyutunu gözden kaçırmak demektir. Şeffaflık toplumsal süreçlerin tümünü kapsayan ve onları köklü bir değişikliğe uğratan sistemik bir zorlamadır. Günümüzde toplumsal sistem bütün süreçlerini, bunları işlemselleştirmek ve hızlandırmak amacıyla şeffaflığa zorlar. Hızlanma baskısı olumsuzluğun tasfiyesine eşlik eder. İletişim en yüksek hızına, aynı olanlar birbirine cevap verdiğinde, aynıların zincirleme reaksiyonu oluştuğunda ulaşır. Ötekiliğin, yabancılığın olumsuzluğu ya da ötekinin dirençliliği aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş bir toplum haline getirir. Totaliter yanı da buradadır: “Hizaya getirmenin (Gleichschaltung) yeni adı: Şeffaflık.” [1]Byung-Chul Han şeffaflık toplumu ile ilgili görsel sonucu

Şeffaf dil hiçbir çift anlamlılık içermeyen formel, hatta tamamen mekanik, işlemsel bir dildir. Wilhelm von Humboldt zamanında insan dilinde yerleşik olan şeffaflıktan yoksunluğa işaret etmişti: “Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tamı tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır.” [2] Sadece enformasyonlardan oluşan ve bunların parazitsiz dolaşımına “iletişim” adı verilen bir dünya bir makineye benzerdi. Olumluluk toplumu “içinde hiçbir olayın kalmamış olduğu bir yapıdaki enformasyonun şeffaflığı ve müstehcenliği”nin [3] hâkimiyeti altındadır. Şeffaflık zorlaması bizzat insanı sistemin işlevsel bir öğesi düzeyine indirir. Şeffaflığın şiddeti buradadır.

İnsan ruhu, görüldüğü kadarıyla, ötekinin bakışından uzak, kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar. Geçirgenlikten yoksun olma gibi bir özelliği vardır. Bütünüyle ışıklandırılması yanmasına ve bir tür ruhsal tükenişe (burnout) yol açacaktır. Sadece makineler şeffaftır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük şeffaflığa izin vermez. Humboldt da dil hakkında şöyle der: “İnsanda, nedenini önceki durumlarda bulmayı hiçbir aklın başaramayacağı bir şey belirebilir; … ve böyle açıklanamaz olguların mümkün olduğunu yadsımak tam da bunların ortaya çıkışına ve değişimine ilişkin tarihsel gerçeği zedelemek olacaktır.” [4]

Mahremiyet-sonrası* denen ideoloji de aynı şekilde naiftir. Şeffaflık adına kişisel alanın tümüyle elden çıkarılmasını talep eder ve bunun içi görülebilir bir iletişime yol açacağını iddia eder. Bu ideolojinin temelinde birden çok yanlış mevcuttur. İnsan kendisi için bile şeffaf değildir. Freud’a göre ego tam da id’in kısıntısız olarak olumladığı ve arzuladığını yadsır. “İd”, ego için büyük ölçüde görünmez durumdadır. Yani insan ruhunda, ego’nun kendisiyle uzlaşma içinde olmasını engelleyen bir yarık mevcuttur. Bu temel yarık kendine-şeffaflığı imkânsız hale sokar. İnsanlar arasında da bir yarık bulunur. Bu yüzden de kişiler arası bir şeffaflık oluşturmak mümkün değildir. Bu arzu edilir bir şey de değildir. Ötekinin şeffaf olmayışıdır ilişkiyi canlı tutan. Georg Simmel “mutlak tanıma, psikolojik olarak tüketmiş olma durumu, öncesinde sarhoşluk olmadan bile ayılmamıza yol açar, ilişkilerin canlılığını felç eder… İlişkilerdeki, göz önüne serilmiş olanın ardında hep bir sonrakini, nihai olanı sezen ve buna hürmet eden verimli derinlik … en yakın, insanı bütünüyle içine alan ilişkide bile kişisel iç dünyaya saygı gösteren, sorgulama hakkını gizlilik hakkıyla sınırlayan inceliğin ve kendine hâkim oluşun ödülüdür sadece” [5] der. Şeffaflık zorlamasında eksik olan da tam olarak giderilemeyecek ötekilik karşısındaki saygıda mevcut olan “incelik”tir işte. Günümüz toplumunu sarmış olan şeffaflık tutkusu karşısında mesafe tutkusunu hayata geçirmeyi öğrenmemiz elzemdir. Mesafe ve utanç sermayenin, enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dahil edilemez. Bu dolaşım insanın çekilebileceği mahrem alanların şeffaflık adına ortadan kaldırılmasına yol açar. Işıklandırılır ve tüketilir bu alanlar. Böylelikle dünya daha utanmasız, daha çıplak bir hal alır.

Notlar

[1] Ulrich Schacht’ın 23 Haziran 2011’de günlüğüne düştüğü not. Bkz. Ulrich Schacht, Über Schnee und Geschichte (Kar ve Tarih Üzerine), Berlin, 2012. Metne dön.
[2] Wilhelm von Humboldt, Über die Verschiedenheit des menschlichen Sprachbaues und ihren Einfluß auf die geistige Entwicklung des Menschengeschlechts (İnsan Dilinin Yapısının Çeşitliliği ve Bunun İnsan Türünün Tinsel Gelişimine Etkisi), Berlin, 1836, s. 64. Metne dön.
[3] Jean Baudrillard, Die fatalen Strategien. Die Stategie der Täuschung, Münih, 1992, s. 29; Türkçesi: Çaresiz Stratejiler, çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2011. Metne dön.
[4] Humboldt, Über die Verschiedenheit des menschlichen Sprachbaues, a.g.y., s. 65. Metne dön.
[5] Georg Simmel, Soziologie. Untersuchungen über die Formen der Vergesellschaftung, Gesamtausgabe, Cilt 11 (Sosyoloji. Toplumlaşma Biçimleri Üzerine Denemeler, Toplu Eserler), Frankfurt a.M., 1992, s. 405. Metne dön.

Byung-Chul Han

İZDİHAM