19 Nisan 2016

Bir de bu hastalık çıktı

ile izdiham

Temizliğe, düzene, sayılara, sağlık durumuna, elektrikli cihazlardan yayılabilecek tehlikeye takanlar olduğu gibi kilosuna takanlar da vardır. Daha ince olmak için kendilerini açlığa mahkûm eder, dayanamayıp bir şey yediklerinde de en yakın lavaboya koşup parmaklarını boğazlarına sokar, midelerine gireni dışarıya boca ediverirler.

Bu rahatsızlık, son yıllarda manken hastalığı adıyla şöhret buldu. Tıpta anoreksiya nervoza adıyla anılır. “Anoreksiya” iştahsızlık, “nervoza” sinirsel, “anoreksiya nervoza” ise sinirsel iştahsızlık anlamına gelir. Halbuki anoreksiya nervoza hastası iştahsız değildir. İnce görünmek için yemeyi reddetmektedir. Hastalık ince görünme arzusundan da ibaret değildir. Asıl problem, kişinin ne kadar zayıf olursa olsun, hâlâ şişman olduğuna inanmasıdır!

Zayıflama hastalığı, genellikle genç kızlarda görülür. Diyelim ki on yedi yaşında, 1,65 boyunda, 55 kilo ağırlığında bir hanım bu hastalığa yakalandı. Vücut ölçüleri yeterince zarif olduğu halde kendisini kalın, hantal, biçimsiz bulup perhize başlar. 50 kiloya düşer, hâlâ kendisini şişman bulur. 45 kiloya düşmek de yeterli gelmez. 40 kilo olduğunda vücudunda görünmeyen kemik kalmamıştır ama kimse genç bayanı ince olduğuna inandıramamaktadır. Orta boylu bir kadın 35 kiloya düştüğünde âdetten de kesilir. Hormonları onu artık bir kadın olmaktan çıkarmıştır. Anoreksiya nervoza hastası için hiç fark etmez, o incelmelidir!

Çoğu hasta yemeden içmeden elini çekmekle kalmaz, başka yollarla da vücudunu “hafifletmeye” çalışır. En çok başvurulan yöntem, yukarıda bahsettiğimiz gibi, kendi kendini kusturmaktır. Boğaza parmak atılır, diş fırçası sokulur, hatta daha “sofistike” kızlar tarafından kusturucu ilaçlar alınır. Müshil kullananlar, idrar söktürücü haplar yutanlar vardır biraz daha zayıflamak uğruna.

Bu hastalığın çok güç bir başka tarafı da hastanın tedaviyi reddetmesidir. Çünkü hasta 25 kiloya da düşse kalın olduğu takıntısından bir türlü kurtulamaz. Artık hayatı tehlikeye girdiğinde hastaneye yatırılır (ki bu da ailenin zoruyla olur), serumlarla, iğnelerle yeniden sağlığına kavuşturulur. Ardından psikiyatriste gönderilir. Gitmek istemez elbette, ama aile fertleri “Şişmanım” diye diye gözlerinin önünde eriyip biten evlatlarını zorla psikiyatriste götürür. Psikiyatristle hiçbir şekilde işbirliğine yanaşmaz zayıflama hastası. Herkes zaten yağ tulumundan farksız olan gövdesini daha da çirkinleştirmeye çalışmaktadır!

Ve incelme tutkusu sonunda bazı müptelalarını ölüme götürür. Her 10 anoreksiya hastasından biri hayatını kaybeder. Evet, manken hastalığı, maalesef öldürücü bir hastalıktır.

Bazı hastalarda ise aşırı yeme nöbetleri ortaya çıkar. Arada bir, krize girmiş gibi, normal bir insanın yiyeceği yemeğin iki üç katını yerler. Sonra da kendilerini kustururlar. Hızla kilo alıp yine hızla verebilirler.

Zayıflama hastaları, kafayı incelmeye ‘takmış’ olmaları açısından, takıntı hastalarına benzerler. En mühim farklılık ise şudur: Takıntı hastalarının takıntılarını mantıksız bulduklarını, durumlarından rahatsız olduklarını sık sık tekrarlıyoruz. Zayıflama hastaları ise ne yaparsanız yapın gerçeği göremez, hasta olduklarını kabul etmez ve incelme çabalarına devam ederler.

Anoreksiya nervozanın kadınlarda sık görüldüğünü belirtmiştik. Ancak nadir olmakla birlikte erkeklerde de görülür. Genellikle 12-18 yaş arasında başlar. Hastalık ile kültür arasındaki ilişkiyi göstermek açısından enteresan bir bulgu vardır: Anoreksiya nervoza, zengin batı toplumlarının hastalığıdır. Afrika ve Asya’nın çok fakir ülkelerinde bu hastalık bildirilmemiştir. Türkiye’de ise gerek bizim gözlemlerimiz gerekse ‘duayen’ hekimlerin tecrübeleri, zayıflama hastalığının giderek sıklaştığı yönündedir. Acaba zenginleşme, kentleşme ve batılılaşma mı anoreksiya nervozayı yaygınlaştırıyor? Bu sorunun cevabı kolay değildir. Ama batı toplumlarının bedene, özellikle kadın bedenine yükledikleri anlam ve imaj herkesin malumu.

Şimdi trajikomik bir durumla karşı karşıyayız: Doğulular açlıktan ölüyorlar, batılılar gıda bolluğundan.

         

 

 

Künye: Oğuz Tan, Takıntılar

İZDİHAM