15 Temmuz 2017

Atakan Yavuz, Hükümet Devirme Teknikleri

ile izdiham

 “Hiçbir yeri işgal edemeyecek kadar beceriksiz ordular kendi ülkelerini işgal edip ganimet toplarlar. Budur darbe. Geniş çaplı bir silahlı soygundur. Bu kanlı soygunu başarabilmek için ülke içi ve dışında her güçle suç ortaklığı yapar darbeciler.”

Curzio Malaparte

1917 Rus Devrimi’nin taktisyeni Troçki’nin, bir konuşmasında hükümeti devirmek için Fransa’daki Jakoben dönemindekine benzer şiddet eylemlerine girişilmesi gerektiği şeklindeki sözlerine, Menşevikler’den (Parti içi muhaliflerden) bir dinleyici “Giyotinin yolu Napolyon’a çıkar,” diyerek itiraz eder. Bunu şöyle de çevirebiliriz: “Darbe kendi çocuklarını yer.” Ya da “Darbe, eninde sonunda onu alkışlayanları da yer.”

Kendisi de darbenin yediği bir isim olan Troçki’nin bu sözleri İtalyan gazeteci-yazar Curzio Malaparte’nin “Hükümet Devirme Tekniği” kitabında geçiyor. Darbeler üzerine kaleme alınmış olan kitap, alanında yazılmış en kapsamlı olmasa da darbelerin doğası ve tekniği üzerine yapılmış en iyi çalışmalardan.  Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’nden, Mussolini, Hitler ve Napolyon’a kadar pek çok liderin darbe hikâyeleri üzerinden darbenin genel ilkelerini araştıran “Hükümet Devirme Tekniği” yazarının hayatı ve anlattıklarıyla oldukça ilgi çekici aslında. Malaparte’nin hayatı gibi fikirleri de -Mussolini’den Mao’ya -hep uçlarda yer almış. Hükümet Devirme Tekniği kitabı Mussolini’den ödül almış: Sürgün ödülü. Yazar, Walter Benjamin’i de konuk etmiş Capri adasında kalmış bir süre…

Malaparte’nin gözlemi modern devletlerin darbelerden masun olmadıkları yönünde. Hatta modern devletler geleneksel devletlerden daha fazla darbe tehdidi altında ona göre. 1931 yılında yayımlanan kitabın haklılığını daha sonra yapılan darbelerden görmek mümkün. Malaparte’nin diğer önemli tespiti de darbelerin politik ya da sosyo-ekonomik durumlarla doğrudan bağlantılı olamayabileceği yönünde. İstikrarlı ve iyi yönetilen ülkelerde de olabilir. İster sağdan ister soldan gelsin darbeciler hükümeti zayıflık, sorumsuzluk ya da yönetme kabiliyetsizliği ile suçluyorlar ilkin. Güçlü bir devlet adına darbenin zorunlu olduğunu dillendiriyorlar. İki örnek: Mussolini: “Her şey devlet içindedir, onun dışında ve karşısında hiçbir şey yoktur.” Lenin ise: “Özgürlüğün olduğu yerde Devlet olmaz.” diyor.

Darbe bir tür judo sporudur

Malaparte, darbenin modern devletler tarafından genelde hafife alındığı ya da polisiye yöntemlerle bastırılmaya çalışıldığını ancak darbenin temelinde yatan ilkelerin göz ardı edildiğini söylüyor. Oysa artık biliyoruz ki modern devlet bir düzine kararlı adamla ele geçirilebilir. “İktidar için çoğunluğa sahip olmayı beklemeliyiz,” diyen Lenin’e –ki Lenin daha sonra bu sözleri çocukça bulur- “İktidara gelmek için çoğunluğa ihtiyaç yoktur” demiş mesela Troçki.

Edward N. Luttwark, 1968 yılında yayımladığı “Hükümet Darbesi” kitabında Malaparte’den farklı olarak üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeleri incelemiş. Buradaki darbelerin karakteristik farkı ise halkın demokrasi yoluyla müdahil olduğu yönetimlerde elitlerin ya da azınlıkların yönetimi ele geçirmeleri. Elitlerin darbeyle yönetimi ele geçirmeleri geleneksel bir yöntem haline gelmiş. Buralarda darbe, sistem dışından bir müdahale değil, bilakis sistemin savunma refleksi gereği iktidarı içerden ele geçirme yöntemi. Luttwark’a göre darbe judo sporuna benziyor biraz: Rakibi yine onun silahlarıyla vurmak.

Hindistan cevizi sütüyle darbe yapmak

Demek ki bir ülkenin kimliğini darbeler de ele veriyor. Samoa yerlileri gözden düşen liderlerini tahtından indirmeden önce ona Hindistan cevizi sütü fışkırtırlarmış. İnançlarına göre bu işlem lideri kutsallığından/meşruluğundan arındırırmış. Bundan sonra lidere –vücudunu parçalama da dâhil- istediklerini yaparlarmış. Mesela Mursi’nin Adaviye Meydanı’nı dolduran resimlerine baktıkça Cemal Bali Akal’ın “Yasa ve Kılıç” kitabındaki bu ritüel geliyor aklıma. Samoalılar’ın belli bir uzlaşma zemini içinde yaptıkları bu kutsallıktan arındırma işlemi bugün de hala devam ediyor. Çıkarları ile çelişen ve yönetimden uzaklaştırmak istedikleri lider ya da partileri yerli ve uluslararası kamuoyu ve medyanın yardımıyla önce otoriter, diktatör vb kavramlarla tüm kamuoyu nezdinde negatif algılar oluşturacak şekilde gösteriyorlar. Yani liderin/partinin üzerine Hindistan cevizi sütünü ustalıklı bir şekilde püskürterek meşruluğunu zedelemeye başlıyorlar. Kamuoyunu da buna ikna etmeye çalışıyorlar. Sonrası o ülkedeki demokrasinin derinliğine ve olgunluğuna bağlı olarak değişiyor.

İlkel kabilelerden modern devletlere kadar bütün hükümet devirme tekniklerini gözden geçirdiğimizde şunu görüyoruz sonuçta: Düşmanla savaşamayacak kadar aciz ve beceriksiz ordular silahlarını en yakın hedefe, kendi halklarına doğrultuyorlar. İktidarı devirmek için gerek olmasa da orada kalmak için çoğunluğa ihtiyaç olduğunu unutuyorlar. Sonra başka şeyleri de unutuyorlar… Karşılarında da hep kendileri gibi korkak ve aciz bir kitle bulacaklarını düşünüyorlar. Kahraman kontenjanından tarihe dâhil olmanın bedelini ödemekten korkan askerler, en kolay yoldan katılıyorlar tarihe: İhanet kontenjanından. Bütün korkak, aciz, beceriksiz ve unutkan askerlerin seçtiği yolu tutuyorlar. Önce halkları, sonra tarih, sonra da Tanrıları tarafından unutuluyorlar. Kullandıkları hükümet devirme tekniği ne olursa olsun tarih, küçük ve zavallı bir lekeye dönüştürüyor onları.

Atakan Yavuz

İZDİHAM