11 Haziran 2016

Alkan Avcıoğlu, Türk filmlerinin baştan savma afişleri

ile izdiham

Unutulmaz afişlere imza atmış efsane tasarımcı Saul Bass “tasarım yapmanın görsel olarak düşünmek” olduğunu söylerdi. Olaya bu çerçeveden bakınca Türk afişlerinin “düşünmediğini” rahatlıkla söyleyebiliriz. Afiş tasarımındaki evrensel standartlardan, yeni eğilimlerden, yaratıcı fikirlerden ve de profesyonellikten uzak film afişleriyle her hafta adeta kör oluyoruz. Memleketteki bir işi gelişigüzel yapma kültürü haliyle sinema sektörünü de sarmış durumda. İstisnalar dışında çoğu Türk filmi afişi “photoshop terk” kıvamında.

Film üretim sayısı, izleyici sayısı sürekli yukarı doğru giden ve büyüyen bir sinema sektörümüz var. Türk filmlerinin yıllık gişe gelirlerindeki pazar payı, yabancı filmlerinkinden büyük. Bazı yapım şirketleri Türk filmi izleyicileri için neredeyse film stüdyosu kıvamına gelmiş durumda; bazı yönetmenler bazı oyuncular ise gişeye milyonları çekmeye yetiyor. Peki öyleyse bu sürekli yukarıya doğru giden sinema sektöründe film afişlerinde neden sürekli geriye doğru gidiyoruz? Film afişi tasarlamaya yeterince önem vermeyen yapımcılar ve yönetmenlerden başka bir açıklama olmasa gerek. Çünkü memleket yetenekli ve potansiyelli grafik tasarımcılarıyla dolu, üstelik pek çoğu da yaratıcı işler arıyorlar. Ancak gişede hevesle milyon izleyiciler bekleyen yapımlar, afişleri için işinin ehli grafik tasarımcılarla anlaşmak yerine, iş afişe gelince bütçede kısıntıya gidiyor olmalılar. Yapımında tepeden tırnağa her şeye özenilmiş filmlerde bile baştan savma afişlere rastlamak mümkün. Endüstrileşmeden sürekli olarak gelişigüzel büyüyen bir sektörün, işin mutfak kısmından pazarlamasına kadar herhangi bir aşamada mesleki çıtaya dair profesyonel ve etik normlar yaratamamasının acıları bunlar.

Aile albümü tadında

Geçen hafta vizyona giren ‘Sokak Köpekleri Bal ile Betty’nin afişine bir bakalım. Zaman makinesiyle geçmişten günümüze gelmiş gibi duran bu çalışma, afişlerimizdeki aile albümü geleneğinin bir temsilcisi. Geçen hafta vizyona giren ‘Abbas’ın Melekleri’, “afişe bulduğumuz her şeyi koymalıyız” ekolünün çılgın bir örneği. Gişede hedefi daha büyük filmlerde de durum çok da farklı değil. Bir düğün fotoğrafçısında görülebilecek kıvamda bir çalışma olan Çağan Irmak’ın ‘Prensesin Uykusu’nun afişinin demodeliği hala gözümüzün önünde. Gökyüzü geçişleriyle bizi bizden alan ‘Mucize’nin afişi, gözünü Hollywood çıtasını yakalamaya dikmiş bir yapımın bile aynı gayeyi afişte göstermediğinin ispatı olabilir. Bu yılın en çok izlenen yapımlarından ‘Dedemin Fişi’nin afişi 1970’lerin ‘Gülen Gözler’ tarzı afişlerinden bu yana pek de bir şeyin değişmediğini kanıtlıyor. Buna benzer tüm afişlerin toplamı istemsizce ve alabildiğine kötü bir kitsch estetik yaratıyorlar. Afişi önem vermeme geleneğinin ve bu estetiğin kökenleri ise Yeşilçam’ın izleyiciye yıldızlar üzerinden ulaşmaya çalıştığı bir döneme uzanıyor. Oyuncuları bayram tebriği için sıraya dizer gibi poz verdirtmek, tipografiyi umursamamak, aile albümü havası yaratacak tasarımlar, afiş üzerine fotoğraf yapıştırır gibi pek çok fotoğraf saçmak, tüm oyuncu kadrosunun kafalarından kolaj yapmak, daha da fazla kafa için afişi ikiye/üçe bölmek. Film afişleri kültürümüz uzun bir süredir bu seçeneklere hapsolmuş durumda. Fikri olan tasarımlara hasret kaldık.

Saul Bass başka bir röportajında “ kimse umursamasa bile, güzel şeyler yaratmak istiyorum” demişti. Tasarım konusunda yerli film sektöründe güzel şeyler yaratmak isteyenlerin sayısı bir hayli az. Sinema sanatına pek fazla önem verilmeyen bu topraklarda bu durum da gayet normalleşebiliyor . Ancak her şey bir yana; vizyona giren pek çok filmin izleyicisine ulaşmakta zorlandığı, bazılarının gişede tepetaklak yattığı bir ortamda, yapımcılar neden afişlere önem vermeyerek filmin gişedeki başarı şansını azaltırlar bilinmez.

Alkan Avcıoğlu

İZDİHAM