4 Mart 2016

Ali Ayçil, Kürt Arkadaşlarıma Mektup

ile izdiham

Öyle zannediyorum ki sizler de benim gibi birlikte geçirdiğimiz yılları özlemle anıyorsunuzdur. Zamanın karşısında duracak gücümüz yok; yıllar şu insan yaprağını savurmaktan pek hoşlanıyor. Sadece savrulmuyor, yaşımız ilerledikçe menfaatlerimizi öne almaya, bazı fikirlerimizden vazgeçmeye, gizli yüzlerimizi göstermeye ve korkaklaşmaya da başlıyoruz. Yine de kimse ilk başladığı yerden bütünüyle kopamaz, ilk ideallerine arkasını dönemez kolay kolay. İyi biliyorum ki bu gün karşılaşsak, sırtımıza sonradan giydiğimiz gömlekleri çarçabuk atıp, sevgiyle birbirimize sarılırız. Sizin Türklerle, bizim Kürtlerle yüz yüze ilk tanıştığımız o kötü öğrenci evlerinde “kardeşlik” kelimesinin insanı sarhoş eden bir yanı vardı çünkü. Orada bütün müminler bir aradaydık…

Ve bütün müminler, nerdeyse her gece şu beter devletin doğuda yaptığı zulümler hakkında konuşuyorduk. Kendi insanına yabancılaşmış bir iktidar aygıtının, Kürtlere karşı, kimi zaman sivil kimi zaman askeri yöntemlerle giriştiği zulümlerdi bunlar. Türkçe konuşamadığı için dövülen sizlerdiniz, köyleri bir gece ansızın boşaltılan sizlerdiniz, karılarının yanında acımasızca dövülen sizlerdiniz, işkence gören sizlerdiniz. Başınızdan geçenleri anlatırken yüzünüze yayılan mazlumiyet bizi ezerdi. Sizin küçük düşürülmüş halkınıza hürmeten, Türklerden, Türklükten bahsetmemeye özen gösterirdik. Dahası, Türkler hakkında latifeyle karışık, ağır sözler ettiğinizde bile ses çıkarmazdık. Bizim yüzümüzde de suçlusu olmadığımız bir zulmün mahcubiyeti vardı…

Aradan geçen yılların hikâyesini hepiniz biliyorsunuz. Bizim şu kötü devletimiz, istediğimiz kadar olmasa bile, halkıyla barışmaya, ona iyi kötü hizmet etmeye, farklılıklarını tanımaya, eski alışkanlıklarını değiştirmeye çalışıyor. Ancak iyiliğin kapıları açıldıkça, vahşetin kanatları daha bir güçlü çırpar oldu nedense! Doğudaki şehirlerimizin birinden, genç bir askerin ölüm haberini almadan uykuya çekildiğimiz günler azaldıkça azaldı. İtiraf edeyim, bir zamanlar bütün kalbimle hissettiğim acılarınızı hissedemiyorum artık. Bunun bir sebebi, ülkemizin bir yerlerine gönderilen tabutlarsa, diğer sebebi de, kardeşliğinden emin olduğum kimi Kürt arkadaşlarımın da alttan alta PKK’ya sempati duyması. Bir zamanların beter devletine rahmet okutan, kendisine onun kadar bile sınır koyamayan kanlı bir örgüte karşı duyduğunuz gizli hayranlığın sebebini anlayamıyorum…

Öyle zannediyorum ki biz Türklerin, “vatan” kelimesini her duyduğumuzda bilinçaltımızda kıpırdayıp duran kokulara yabancısınız. Bin yıl önce uzak bir coğrafyadan çıkıp gelmiş, Hıristiyanlara ait bir mülkü Müslümanlaştırmış ve bin yıl boyunca “şu İslam yurdu elimden alınır” korkusuyla yaşamış bir halkız biz. Oğullarımız öldüğünde, analarının “vatan sağ olsun” demesi biraz da bundan. Ve bu yurdu, bir Boşnak, bir Arnavut ya da bir Çeçenle paylaşmaktan yüksünmememizin sebebi de, onu Müslimlerin sığınağı olarak görmemiz. İçimizden hiç kimse, “bir Arnavut’un burada ne işi var?” diye sormayı aklından geçirmez. Yine içimizden hiç kimse, bir Arnavut’un, “benim ana yurdum Türkiye” demesini garipsemez. Biliyorum, artık pek çoğunuzun böyle cümlelere karnı tok. Bunları, bir asimilasyon kurnazlığı olarak görüyorsunuz. Mühim değil! Biz insanları birliğe çağırdığımız bu yurdun İslam’dan başka giysisinin bulunmadığının farkındayız. Bu giysiyi kimlerin, niçin yırtmaya çalıştığını da bin yıl boyunca defalarca tecrübe ettik. Ama Gayri Müslimlerin değil de Müslimlerin bu işe yeltenmesini ilk kez tecrübe ediyoruz; zorumuza giden budur.

 

Ali Ayçil, Gerçek Hayat Dergisi

İZDİHAM