11 Mart 2016

Adonis, Geleceğin Şiiri Bir Ret Ülkesidir

ile izdiham

Fransa’da çıkan bir edebiyat dergisinde çıkan Adonis röportajı.

 

En şiddetli bombardıman altında bile kentte kaldınız. Bu cehennemde kurtarmak istediğiniz neydi?

Bu toprakla bu tensel ilişkiyi korumak isteyenlerle uyum içindeyim. Ölümü kabul etmeye hazırdım, çünkü böylesi durumlarda hayatta ne pahasına olursa olsun ayrıcalık tanımanın olanağı yoktur. Ayrıca başkalarının yaşadığı açıdan kaçmak istemedim…

* * *

Toprak bir temel öğe olarak şiirlerinizde önemli bir yer tutuyor. Doğduğunuz toprağın şiirinizdeki etkisi bunca önemli mi?

1930 yılında Suriye’de, Lazkiye yakınlarında çok yoksul, ücra bir köyde dünyaya geldim. Köyün adı Kassabin… yoksul ama Akdeniz’e yedi kilometre uzaklıkta olduğu için ışık bakımından oldukça zengin bir yer. Ne var ki, varlıkların ve doğayı oluşturan öğelerin algılanması bağlamında Kassabin’li küçük bir köylü olarakl kalmama karşın nesnelerin özüyle doğrudan ilişkimin köylü özünü korumasına karşın, demek istiyorum toprak benim için doğduğum yere indirgenmiş değildir.

Toprağa ben hemen hemen metafizik bir boyut veriyorum toprak insanlığın hem en yüce krallığı, hem de onun mekanıdır…

Doğmak, tanımak, yaşamak ölmek: toprak hayatımızın büyük evrelerini kapsar ve onları yaratır… maddecilerin ağzıyla konuşmasam da metafiziğe madde açısından dolaylı olarak yaklaşıyorum… bence ruh tendir… (bedendir), kendimi tam anlamıyla bir pagan gibi hissediyorum.

Sizin köy antik Ugarit kentine yakın değil mi? Tam anlamıyla bir pagan destanı ülkesi?

Bu destanı, bu aşk fetih, karanlık ve ölüm şiirlerini okuduğum zaman, bu uzak köklerle aramda yakın bir diyalog kurulduğunu hissediyorum. Bunlarda kaygılarımın kafamı kurcalayan soruların yanıtlarını buluyorum. Bu yapıtların ne denli çağcıl olduklarını kavrıyorum.. bana sınırlar zorlamaksızın içimde yankılanıyorlar. Köken hem buradadır, hem hiçbir yerdedir. Ama bir yerlerde olmaksızın hiçbir yerde olamazsınız. Köklenmiş bir ağacı simge olarak düşünelim bu ağacın dalları ufkun dört bir yanına yönelmiştir.

Ali Ahmad Said Esber adlı bir köylü genci kendine Adonis adını neden seçti?

Biraz önce sözünü ettiğimiz bu insanın, toprağına derinlemesine bağlı olmasına rağmen aynı zamanda “sonsuz sayıda adı olduğunu hissettiğini” söylemeliyim… Adonis adını almama yol açan rastlantı bir bakıma açıklamaların ötesindedir…1947 yılıydı… şiirler, denemeler yazıp, aile adımla imzalayarak gazetelere gönderiyordum. Bunlar ne yayınlanıyor, ne de yanıt alabiliyordum. Bir gün bir dergide Adonis ve onu öldüren yaban domuzu efsanesini okuyunca, aşkı simgeleyen ve yabanıl bir gücün yok ettiği bu kişi ile özdeşleştim… bir süre önce reddedilmiş bir şiirimi bu ad ile gönderdim. Gazete şiiri hemen yayınladı… gönderdiğim ikinci şiir de hemen yayınlandı… ve üçüncü şiir … şöyle bir ilanla yayınlandı: “Bay Adonis’in gazetemize gelmesi rica olunur”

Gazeteye köylü elbiselerimle gittim, kimse buna inanmak istemedi. Hiç kuşkusuz Adonis adında birini yeni yetme çekingen biri olarak düşünemiyorlardı. Bana şans getiren bu ad o zamandan bu yana gerçek adım oldu., bu gün annem bile Adonis der bana.

arap şair adonis ile ilgili görsel sonucu

Bu raslantısal ve kışkırtıcı ad seçiminin ötesinde, şairin özgürlüğünün, egemenliğinin ve doğrulanmasının etkisi söz konusu değil mi?

Son derece Müslüman bir ad olan Ali’yi, İslâmla hiç bir ilişkisi olmayan bir adla Adonis’le değiştirerek evrenselliği göze alarak üstleniyorum onu. Yazdıklarımı bu adla imzalayarak, donmuş bir gelenekten çıkıp çok geniş bir özgürlüğe ulaşıyordum. Bu şekilde Arap geleneğini de evrensel kültür ortamına aktarabilirdim. Bu basit ad değişimiyle şairin Arap toprağı üzerinde statüsünü değiştiriyordum…

Şair yaratan ve ölerek yeniden doğan kişidir. Şair sözü canlandırır, diriltir… söylenceye göre, Adonis’in kanı her yıl Beyrut yakınlarından akan bir ırmağa karışır. Gerçekten de ilk baharda, Adonis’in ırmağı kan kırmızısı akar. Adonis’in çiçekleri gibi… düğün günlerinde armağan edilen gelincikler gibi… belli bir bilinçsizlikle özdeşleştiğim tanrının yüzünü, aşk, ölüm ve yeniden doğuş oluşturur.

Adınızı değiştirdikten sonra uyruğunuzu da değiştirdiniz. Lübnan uyruğunu neden seçtiniz?

Evrensellik özleminin en iyi gerçekleşebileceği, yaşayabileceği yerin bu gün bile, Lübnan olduğunu düşünüyorum. Etnik kültürel ve dinsel farklılıklar için Lübnan’de bir yer olduğuna ve her zaman olacağına inanıyorum… Bu nedenle evrensel bir yerdir Lübnan…

En şiddetli bombardıman altında bile kentte kaldınız. Bu cehennemde kurtarmak istediğiniz neydi?

Bu toprakla bu tensel ilişkiyi korumak isteyenlerle uyum içindeyim. Ölümü kabul etmeye hazırdım, çünkü böylesi durumlarda hayatta ne pahasına olursa olsun ayrıcalık tanımanın olanağı yoktur. Ayrıca başkalarının yaşadığı açıdan kaçmak istemedim.

Geleceğin şiiri bir ret ülkesidir diye yazmışsınız. Beyrut’un istikrarsız toprağı şiiriniz için gerekli midir?

Beyrut’ta düşüncelerim daha bir belirginleşti, açıklık kazandı ve şiirle ilgili düşüncelerim kanılarım ağırlık, kesinlik kazandı. Bizim kültürümüzde iki düzey var: siyasal, dinsel ya da toplumsal kurumlarla karışan düzey ve resmi baskı yüzünden gizlenen, içine kapanan düzey.

Benim için önemli olan yasak ve gizli olandır. “geleceğin şiiri bir ret ülkesidir” dediğim zaman, insanı ve onun “gerçek yaşamı”nı daha iyi algılamak için mevcut kurumları reddetmek gerektiğinin altını çiziyorum.

Sesinizde bir çok yankı buluşuyor ve birbirine karışıyor. Sizin şiiriniz kadar yalın sizin şiiriniz kadar katkısız bir şiir tanımıyorum ben… ama bununla birlikte şiiriniz çok sesli. Şiirinizin bir çok şiirin mirası olduğu söylenebilir.

Evet, özellikle İslam öncesi, Sümer, Finike, Babil ve aynı zamanda bunlarla ilişkisi olan kültürlerin mirasları söz konusu… en başta da Grek mirası var.  Akdeniz mirasına sahip çıkıyorum ve tüm Akdeniz mirasının ve böylece evrensel kültürün tamamlayıcı üyesi oluyorum; Doğu’daki batının. Özgünlüğümü dilimde ve öznelliğimde görüyorum. Ama bunlar sayesinde evrensele açılmak istiyorum.

“Mirasımı yakıyorum” diye yazdınız. Hangi mirası?

Geleneğin donmuş katılaşmış okunmasını, okunuşunu zorunlu kılan mirası, özellikle de dinsel, politik, kurumsal görünümleri içinde.

Niffari (X. Yıl Mısırlı sufî) ile Rilke’nin Abû Nuwâs (IV. Yüzyıl Bağdatlı şair) ile Beaudlaire’in birlikteliğine başlangıçta karşıydınız. Bu nedenle sizinle ve şiir dergisinden arkadaşlarınızla, Arap şiirinin rönesansı üzerine konuşuldu. Biçim ve mekan konusundaki sorun neydi?

Şiirsel biçim her zaman, bir çağın yaşamının ve kültürün-ün yansımasıdır. Şiirin yenileşmesi yalnızca yeni fikirlerle yetinemez. Şiirde temel düşüncenin biçim olduğu da söylenebilir.

Arap şiir geleneğinde dokunulmaz bozulmaz biçimler vardı. Ölçüyü , müzikaliteyi değiştirerek, düzyazı şiir yazarak bunu kırmaya çalıştık.

 

Sürekli olarak modernite sorunuarap şair adonis ile ilgili görsel sonucunu ortaya çıkardınız… Beaudlaire, Hölderling, Rimbaud, Rilke okumanın Arap şiirsel yaratı hareketi üzerinde nasıl bir etkisi oldu?…

Modern olmak bir başkasıyla diyaloga girmeyi kabul etmektir. Modernite Arap dünyasında, kendi geleneğinin boyunduruğunu reddetmeyi beceren ve başka kültürlerle ilişki kurabilen şairlerde ortaya çıktı. Modern olmak kendi mirasını yeniden düşünmek buna koşut olarak, öykünmeksizin ya da kendi özgünlüğünü yitirmeksizin başkalarına açılmaktır.

1968’de kurduğunuz ve Ortadoğu’nun klavuz yayını durumuna gelen Mawakif (Tavır Alma) ile hangi amacın peşindeydiniz ve hangi kazanımları (müktesebatı) savunuyordunuz?

Mawakif, mirası ve miras sorununu yeniden düşündüğümüz yerdi ve hep öyle kaldı. Yavaş yavaş oluşan bir başka dünya görüşünün kaynağında oluşan bir yer. Bu dergi bir kavşak haline geldi. 1968 yılından bu yana en özgür Arap metinleri, Mawakif’te yayınlandı… bütün rejimlerden bütün kurumlardan ve egemen kültürlerden bağımsız olan dergi, Arap dünyasında böylesine bir rolü yerine getirebilen tek dergidir.

Arap bilincindeki yaraları, özellikle İsmail’de tabulartı dikkate almaksızın sorgulamayı, yalnızca siz göze alabildiniz öyle değil mi?

Benim bunu yapan tek kişi olduğumu söylemek abartılı olur, belki de en radikal olan bendim. Bir uzun şiir İsmail’den önce de , “Devinim ve Devinimsizlik” (1975)adı altında topladığım denemelerimde de bu türden sorgulamalar geliştirmiştim.. o zamandan beri Arap kültürünü ele alan bütün kitaplar, benim put kırıcı araştırmalarımın bir tür yankısı gibi . gerçekte ben her şeyden önce bir sorgucuyum. Ve “çağının rahatsız şairi olmak bir şaire yeter diyen Saint- John Perse’ın yanında yer al.

Batı modern şairlerinin dikkatli ve tutkulu bir okuru olan siz şiirinizin bir bölümünü bu uzak katkılarla beslediniz… bununla birlikte batının (Amerika ya Sovyet ) Ortadoğu’yu istila etmiş teknik saldırılarına son derece düşmansınız değil mi?

Tüketim toplumu modelini Araplar yaratmadılar, ama bu model onların yaşamına sıvandı, onları kapladı… Bizim toplumumuzda ithal teknolojisi insanın toprakla, insanı insanla ilişkisinin özünü değiştirdi. Sanayi dünyası bize cehennemî bir çölün oluşmasını dayatıyor. Bu cehennemî çöl hayranı olduğum yenileştirici çölün karşıtıdır.

Arap dünyasında şiirinizin yaygınlık kazanmasını sağlayan şey onun özünde bulunan sürekli şarkı mı?

Bizim edebiyat tarihimizde şarkı (ezgi) ve yazı arasında bir çekişme vardır… şarkıyı savunanlar yazının (écriture) bir düşüş oluşturduğunu söylerler. Oysa onlara göre şarkı tanrı ile insanlar arasındaki bağı sürekli diri tutar. Çünkü tanrı hiç yazmamıştır. Yalnızca söylemiştir. Oysa yazı aklın, dahası tekniğin yanında yer alır. Şarkı ise insanın tensel ruhsallığının bir anlatımıdır. Yazarken söz konusu düşüşü, bir şarkıya dönüştürmeyi deniyorum…

Arap şiirinin geleneğine uzak durmamıza karşın, onun özüne sadık kaldığımızı düşünüyorum. Felsefeyi, metafiziği ve bilinçliliği (politika dememek için bu sözcüğü kullanıyorum) ayırmayan, dışarıda tutmayan, bunları birbirine karıştıran bir soluk.

 

 

 

 

Bu söyleşi Détours d’écriture, Adonis özel sayısı, Editions Noel Blandin, Paris 1991, Ss.168-175) ten alıntıdır.

İZDİHAM