7 Mart 2016

Abdullah Seydi Özçal, Otopark

ile izdihamdergi

Gün batar, devletler yeniden kurulurdu o akşamlarda. Bir sokakta yavaş yavaş yürüyorsan hayat sana acının ne demek olduğunu öğretmiştir. Bu aldığın dersler sana ne hayatı hatırlatır ne de kendini. Yürüdüm ve yürümeye devam ettim. Ta ki sormakla bulunamayacak bir kapı önüne varıncaya kadar.Biz aslında yaşlanmaya lanet ettirip, gençliğimizi ufak ipuçlarıyla hatırlatan kişiyi ararız. Ben buldum ve onu bekliyordum; büyük kapının önünde. Onun davranışlarını izlemek bile yeni kelimeler öğretir insana. İşte öyle birisiydi bizim gözümüzde devleşen B.

Bak ezan okunuyor, kıyametin bir habercisi mi geldi yoksa ?

Etrafına bakıp, baktığın her yerden tek tarafı görürsün. Bunu başarmak zordur. Ben bunu o gün, B’nin yanında öğrendim. Devlet kurumlarına biçilen değere bir kahkaha da biz katarak değersiz görmeyi, simit satan yaşlı amcaya saygı duyup; gözlerinde bizden isteyeceği sigarayı kestirerek ince ince vermesini bize gösteren kişidir B. Şu hızla geçen saatler yok mu? İşte biz o an saatimizle birlikte her şeyi yanımızda getirdiğimiz çantamıza koyup, onu dinlerdik. Yaşamanın sağlığa zararlı olduğunu o akşam kızıllığında fısıldadı bir ölüm meleği masamıza.

Masamıza demişken. Yuvarlak, zarif; zarif olduğu kadar da acımasız. Bunu belki de oraya yaklaşma cüretini kendine yakıştıramayan dilenciler gösterdi.’ ‘Abi bir mendil alır mısın?’’ sorusunu duymamak hatırlattı. Her neyse. Bu demir bir direk  üstüne tahta tarzı malzamenin koyulduğu masaya gelen çaylar gelir; bittiği anda acelesi var gibi giderdi. Bunun sebebi belki bizim garsona attığımız sert bakışlar belki de müessenin titizliği. Biz hep birinci şıkkı seçen taraftık.

Onun ceket cebinin iç tarafında; uzun sigarasının yanında büyük bir huzursuzluk; insanların kadir kıymet bilmemeleri bulunurdu. Hayat çok saçmaydı ve artık o kadar sıkılmıştık ki bize söylenen kelimeleri bile unutup detone olmamız hiç kaçınılmazdı. İşte biz onun masasında hayatı bir ihalede en çok rüşvet verene tek celsede kdv’ sini  katarak verirdik.

Sandalyeler rahat denemiyecek kadar sert, ‘’hadi kalkıp başka yere oturalım’ cümlesini aklımıza getirmeyecek kadar idare. Orada masanın dışında kimsenin umruna bile gelmezsin. Buna ihtiyaç duyma gereksinimini ne zaman hissetsen; hesabı ödeyip kalkarsın zaten. Parmak uçlarınla görmeyi, gözlerinle konuşmayı öğretir B. sana. Kan ve ter içinde olduğunu, nefes almada zorlandığını kimse fark etmez belki de ondan başka; onun yanında. Dedim ya fark etse de zaten kimsenin umrunda değilsin, değilsinizdir.

Kanayan yaralarınla bir tarafta sızar da gıkını çıkartmamayı öğretir sana nefes almayı hatırlatan yaşamın.

O masada her şeye yeniden başlar, aklına gelenleri tekrardan dizayn edersin. Gülmek için sıranı bekler, geldiği zaman da sessizliğe boğarsın ağzını. Okullar boş, edebiyat hayattır duvarda baktığın yunus balığı tablosu önünde oturan adam için. Kırmızıya o gün düşman olursun. Sağ köşede oturan adama küfreder, def olup gitmesini rica edersin. Giderken de ‘erkek olsan zaten bunu giydiklerinle belli ederdin.’   yakıştırmasını da yüzüne çarpmayı ihmal etmezsin.

Tam sessizliğe boğulup, uykunun seni sarıp sarmaladığı bir sırada gereksiz yan masa tartışmaları çalınır kulağına. İşte onlar, yani beş para etmez gülüşleri olanlar; ne şirketler kurup, ne holdinglerde müdür odaları tasarlamışlardır oturdukları masalarda. Birbirlerine söylemeseler de akrabalarını ve yakın dostlarını ne tür bir alana yerleştirseler daha sağlıklı olabileceğini bile hesaplarlar o kurdukları ve batmaya ramak kalmış şirketlerinde.Bizim hayallerimiz pahalı takım elbiselilerin hayalleriyle hiç uyuşmadı şu güne kadar. Belki de bu yüzden kaybettik. Olsun.

Kaybetmek alışkanlıktır bizde. Onda bile yeni şeyler öğrenmeye açık ve güzel sözlü insanlarızdır biz. O anda ne garsonun getirdiği çaylar seni tekrar kendine getirebilir ne de ardı sıra küllüğe bastığın sigaralar. ‘’ kalkalım mı?’’ gibi bir seslenişle yeniden doğar ve ‘’olur.’’karşılığıyla ayağa dirilirsin.Adımlamaya başlarsın. Bu yürüyüş hep kısa sürer. Kısa sürmesine karşılık aşırı bir yorgunluk oturmuştur üstünde. Oysa biz yorulmayacağımıza dair Yunus Kapısı’nda bir ant içmiştik hatırlayamadığımız bir zaman diliminde.

A. Seydi Özçal

İZDİHAM