9 Mart 2016

Abdullah Barış Küçükbabuccu, Milli Piyang

ile izdihamdergi

Nail iyi bir adam. Bu hikayeyi okurken bunu aklınızdan çıkartmayın. Nail hep iyiliğinden kaybetmiş ve başına ne geldiyse iyiliğinden gelmiş bir adam.

1.

İki kızı var Nail’in bir de karısı. Çok çalışırdı ama hesapsızlığından geçinemezdi. Mesela gider kalkan balığı alırdı maaşını aldığı gün, şöyle kocaman bir tane; sonra karısına bir orkide, hem de çift dallı; kızlarına ayakkabılar ve Barbie bebekler; kendine ise çok işlevli bir İsviçre çakısı. Ve haliyle ayın kalanında sürünürlerdi. Patates, makarna yerlerdi ve mutsuz umutsuz televizyon izlerlerdi; reklamlar çıktığında kanal değiştirmezlerdi, maaile reklamlara bayılırlardı.

Huzurevinde hizmetliydi Nail. İşini severek yapardı. Yaşlıları ne yıkamaktan ne de altlarını değiştirmekten gocunurdu. İşi bitince oturur onların kendileri gibi pörsümüş anılarını da defalarca dinlerdi. İşten çıkınca da semtin göbeğindeki alt geçitte – iki tarafı da ilkokula bakan bir alt geçit- tezgah açar ve su tabancası satardı. Çok para kazanmazdı ama severdi su tabancalarını. Ağlayan çocuklara bedava bile verirdi. “Param yok sonra öderim” diyen herkese de inanmış gibi yapardı; çünkü çoğu kimse sonra ödemezdi. Bazense kimse su tabancası almazdı, ama o umudunu kaybetmez gülümseyerek yine tezgahını açardı. Akıllı telefonunun geri sayımını yarım saate kurar beklerdi.

2.

Gazetelerde okudu Nail, Suriye fena karışmıştı. Herkes birbirine ateş ediyordu; adeta bir Meksika çıkmazı! Silahları, cesaretleri ya da onurları olmayan bazı Suriyeliler’in sınıra dayandığı haberlerini okuduğu akşamın haftasında; tezgahının karşısında bir Suriyeli tezgah açtı. Birbirlerinin dillerini bilmiyorlardı. Kendi aksanlarınca Selamın Aleykümleştirler her akşam. Suriyeli tahta kaşık, sırt kaşıma şeyi, nihale –sıcak tencere tavanın altına konan tahta şey işte-, oklava, merdane falan satıyordu. Kış geliyordu. Adam üşüyordu. Eski yeleğini verdi adama, sonra da gidip kendine kaz tüyü bir yelek aldı bizimkisi. Yeleğin ücretini tam üç yüz elli yedi su tabancası satarak ödeyebilecekti.

Nail’in iyi ve hesapsız bir adam olduğunu bir kez daha vurguladıktan sonra devam edeyim. Suriyeler sardı dört bir yanımızı. Baktığımız her yerde onlar duruyordu. Biz onları görmek istemesek de; dileniyor, araba camı siliyor, inşaatlarda amelelik yapıyor, hırsızlık yapıyor bir şekilde hayatta kalıyorlardı. İnsanlar sevmeseler de, göz yumdular onlara. İşin altında yatan sosyolojik sebepleri irdelerim de burası yeri değil. Yoksa Anadolu insanı olmaktan da girerim, ensar – muhacir ilişkisinde de; korkudan ses çıkartmayıp bunu iyilik olarak sunmaktan da bahsederim, en tehlikeli düşmanın kaybedecek bir şeyi olmayan düşman olduğundan da…

3.

Nail’in ağzından dumanlar çıkıyordu konuşurken. Tarihler aralık ayını gösteriyordu, hava eksi on iki dereceyi; su tabancasının içine konan su birkaç dakika sonra donuyordu ama Nail tezgahını kapatmak istemiyordu. Suriyeli, Türkçe’yi kapmıştı; pis de bir mizahı vardı. Ayıp şakalar yapıyordu bazen. Bizimki ise başını diğer tarafa çevirip öyle gülerdi; güldüğünü görmesin, cesaret alıp şakalarına devam etmesin diye.

Nail tam tezgahını toplayacakken -28. dakika içerisinde- ; beyaz şapkasının üstüne Milli Piyang yazan kırmızı montlu, kırmızı pantolonlu, beyaz saç ve sakallı hatta son derece devasa göbeği olan bir adam gördüler. Evet sanki Noel Baba piyango bileti satıyordu. “Büyük ikramiye 55 milyon! Büyük ikramiye! 55 milyon!”

Nail ile Suriyeli’nin arasında durdu, Noel Dayı, lakabı Suriyeli yapıştırmıştı.  “Bilet ister misiniz gençler?” diyerek sohbet açtı. Kimsede kuruş yoktu. Sohbet genelde bu durumlarda ikramiye çıksa ne yaparsına doğru evrilir ama bu sefer öyle olmadı. Ne yapmazsın, onu konuştular.

Nail karımı boşamam, dedi. Aileme de arkadaşlarıma da ikramiyeyi kazandığımı söylemem. Bol keseden harcarım, ay sonunu düşünmeden. Suriyeli ülkeme dönmem, dedi. Amerika’da yaşarım. Ben de karımı boşamam ama üstüne bir tane de daha alırım. Şu kanatlı mankenler gibi olanlardan. Noel Dayı ise zerre iyilik yapmam, diyerek sohbeti taçlandırdı. Her kuruşunu haramda yerim. Bitince de bilet satmaya devam ederim. Güzel iş.

Kulakları kavlamıştı Nail’in. Alt geçitlerde ceyran çok olur. Hafif bir rüzgarla beraber üçünün de ilikleri dondu. Omuzlarını yukarı çektiler ve soldan bir kadının geldiğini gördüler. Kadın çok güzeldi. İçinde üç çirkin adam olan loş ve soğuk alt geçiti bile güzel kılacak kadar güzeldi. Bir kere çözünürlüğü yüksekti, renkleri parlıyordu, göz alıyordu. Üç seyyara doğru yürüdü ve bizimkine ağır çekimde, saçlarını savurarak dönüp “Dört tane su tabancası alabilir miyim?” dedi. Fiyatını bile sormadan. İki yüz liralık banklotların arasından bir elli lira çıkarttı ve uzattı. Aslında dört su tabancası altmış lira ediyordu. Ama kadın çok güzeldi ve en bozuk parası elli liraydı. Yetmezmiş gibi bozacak kadar parası da yoktu bizimkinin. Zaten böyle de kar ediyordu. Alışverişin sonunda kadın teşekkür ederken Noel Dayı, “Bilet almaz mıydınız?”, dedi. Kadın sadece kaşlarını kaldırdı ve yürüyüp gitti. Topuk sesleri seyyarların atışlarına karıştı ve merdivenlere doğru süzüldü. O gidince alt geçitteki ceyran da durdu. Kadının rüzgarı geçmiş ama sessizliği geçmemişti.

Nail geri sayımını yine başlattı. Kadından sonra kadın hakkında konuşulur ama öyle de yapmadılar. Milli piyang “Ben kaçar beyler, burada ışık yok” dedi ve ağır ağır yürümeye başladı. Alt geçiti terk ettiği gibi Suriyeli “Abi şu elliliği versene, para lazım. Sana yarın öderim” dedi. Bizimki parayı verirse eve kadar yarım saat yürümek zorunda kalacaktı ama ateşledi elliliği. Parayı alan Suriyeli “Neol dayı! Noel dayı!” diye bağırarak koştu ve çok uzaklaşmadan yakalayıp bilet aldı. Yılın geri kalanında hikayedeki kimse için de önemli bir gelişme şey olmadı.

4.

Ve evet tahmin ettiğiniz gibi oldu. Suriyeli’ye büyük ikramiye vurdu. Pis herif hem de tam bilet almış. 55 milyon kazandı! 2 ocak sabahı çekini aldı; öğleni televizyonlara çıktı, pis pis sırıttı, abuk subuk şakalar yaptı, Türkiye’de doğan herkesin sinirlerini bozdu; akşamı da atladığı gibi uçağa Amerika’ya uzadı.

5.

Sabah Nail işe geç gitti, pek geç kalmazdı. Tadı tuzu yoktu, yaşlılar meraklı soruları ile onu bombardımana tutsalar da cevap alamadılar. Ne karısına ne de başkasına biletin parasını verdiğini söylememişti. Suriyeli ulaşmak istediyse de bir yolunu bulamadı; telefonu kapalıydı, aynı evde yaşadığı yirmi kişi de ondan haber alamıyordu. Gitmişti adam, on gündür ses seda yoktu. Milli Piyang’ı akşam haberlerinde görmüştü, ağlıyordu, insan bir bahşiş atar diyordu.

İşten çıktı Nail. Bir Suriyeli kadın, yanında altı yedi yaşlarında çocuğu ile marketin önünde sırtlarını ağaca yaslamış şekilde bir kartona oturuyorlardı. Kadın elli metre öteden tanımıştı bizimkini. Daha önce de bozukluklarını paylaşmışlığı vardı kadınla. Bizimki yaklaşınca kadın, “Abi” dedi. Nail kadının kafasına gelişine bir tekme attı. Kadının kafası tekme ile ağaç arasında kaldı. Kadın bayıldı; çocuksa kaçtı.-

Reportajçı: Peki Barış Bey bu hikayenizin adı ne için Milli Piyang? Okuyucularınız bu sorunu cevabını çok merak ediyor.

Peki Barış Bey: Gerçekten de bir kış gecesi şapkasında Milli Piyang yazan bir biletçi ile karşılaştım. O an hikayenin bana doğru geldiğini gördüm ve kendimi bıraktım. Sonrası bol bol kahve, gözyaşı ve buhran.

Abdullah Barış Küçükbabuccu

İZDİHAM