7 Mart 2016

A. Seydi Özçal, Tuzun Kokması

ile izdiham

Her günkü gibi yine fazla mesai, çokça patron egosu tatmin ettikten sonra evime gelmiştim. Fakat bugün üstümde fazladan birikmiş bir yorgunluk vardı. Anahtarları almak için elimi cebime attığımda feci bir sızı hissettim sol parmağımın ucunda. Ne çabukta unutmuşumtum bir sosyete aynası tarafından elimin biçildiğini. Arzu’nun masasında günlük zevzekliğimi yaparken nasıl oldu bilmiyorum elim çok değerli, günde yüz defa baktığı fakat kimsenin ona güzel olduğunu söylemediği aynasına çarpmıştım. Yere düşmesiyle parçalara ayrılması bir oldu tabi. Titreyen bir sesle benim defalarca özür dilememe karşılık”Önemli değil Suatcım. Ayna sonuçta, olur böyle kazalar.”gibi bir geçiştirme cümle kullandı. Bunu söylerken ben bir yandan kırılan parçaları topluyor bir yandan da acaba içinden bana söylediğinin aynısını mı tekrarlıyor yoksa hakaret üstüne hakaret bindirip, eski sevgilisinin ona aldığı bu ucuz hediyeyi kırmama sitem etmeye devam mı ediyor diye gözlerine bakmayı sürdürüyordum. İkinci bir dikkatsizliğimin faturası bana kesildi ve derim etimden ayrıldı. Ardımdan da kan, çıkmayı bekleyen dopinkli bir yarışçı gibi dışarı attı kendini. Ufak bir pansumanla bunu da tedavisi mümkündü. Bende kolay olanı seçtim ve ecza dolabına geçtim. Ardından da müdüre her gün kurduğum yalanların üstüne biraz da doğru ekip, o gün içinde izin alarak, eve attım yorgun bedenimi.

Başa, yani kapının önünde anahtar çıkartma sahnesini sağlam olan elle devam ettikten sonra evime girdim. Kapıdan içeri adımımı atmamla soğuk rüzgârın bana çarpmasını kağıdın en incesinin insan yüzünü kesmesine benzettim. Hava kış, dışarısı kıyametti. Zaten iş yerinden arabam arızalandığı için yürüyerek gelmek zorunda kalmıştım. Aklımdan açık unutup unutmadığımı düşündüm. Hayır, ben açmamıştım. Doğru düzgün evi de havalandırdığım olmazdı. Karanlık ve havasız olan yerler nedense hep dikkatimi çekmiştir. Hırsız girmiş olabileceği düştü bir an sıraladığım seçenekler arasına. Hırsız da olamazdı. Eve girer çalacağını alır-her şey yerli yerinde duruyorken- neden kapıyı pencereyi açıp gitsin ki. Herkes gibi hırsızda mı delirmeye meyilliydi. Bunları düşünürken elimin acısının tamamen geçtiğini hissettim. Sargı bezini kaldırdığımda ikinci bir şok gözlerimi sonuna kadar açmama sebep oldu. O kadar açılmış olan yara nasıl olur da iki saat önceki pürüzsüz haline dönebilirdi. Aklımın almadığı şeyler arasına ekledim bunu da.

Sakinleşmek için üç takside aldığım, kimseyi oturtmadığım tekli koltuğuma gömülüp biraz belgesel izlemek istedim. Kumandayı ararken bir anda yaşadığım şoklardan bir yenisi daha karşıladı beni. Televizyonun jilet gibi ekranında benim suretim gözükmüyordu. Aklımın yavaş yavaş delirme konusundaki bana teklif ettiği pazarlığa tekrar oturmam gerektiğini düşündüm. Birden babamın eski arabasıyla takas ettiğim telefon geldi hâlâ sağlam olan aklıma. Telefonu çıkartıp, iş yerinde genelde yüzünü boyamaktan değişik mahluklara dönüşen kızlarla çekinmek için kullandığım ön kamerayı açtım. Kamerada arkadaki avizeden tut, evlenemesem de yeni evlenmiş arkadaşlarımla gezdiğim dükkanlardan aldığım pahalı eşyalar gözüküyor, benden yana yine bir haber yoktu.

O gün çok yorulmuştum. Patron neye kızmıştı bilmiyorum üç turda getirdiği, masadan daha fazla dosyayı bırakmıştı önüme. Onların bir kısmına kafa patlatmak bende yan etki yapıyordu. Gerçi işe gitmek bana göre değildi. Onun bana gelmesi en doğal olanı ve hakkımdı. Banyonun aynasında da aynı durum tekrar edince “En güzelinin duşu falan bir kenara bırakıp, güzel bir uyku çekmek” düşüncesi aklımdan geçmeye tam hazırlanırken kapı çaldı. Gelen bizim marketin çırağıydı. O kadar hızlı karnını şişirip geri içine çekiyordu ki bir an nefesini anahtar deliğinden süzülerek elime değdiğini hissettim. Kapıyı açıp, “Hayırdır Macit, niye geldin?” diye sordum. Bugün bütün şok teknikleri benim üstümde deneniyordu. “Suat abi, sipariş verdin. Hatta çok hızlı getirilmesi gerektiğini, acil olduğunu belirttin ya.” Ben birşey demeden kapıyı tam kapatacağım sırada sanki unuttuğu bir eşyası kalmış gibi geri dönerek bana ” Ustam birşeyinin olupolmadığını-hastalıktan bahsediyor-, varsa da borcunun epey biriktiğini hatırlatmamı istedi.”, “Tamam Macit, ustana söyle ay başında uğrar öderim. Sürekli aynı şeyleri tekrar edip durmasın.” dedim ve kapıyı çarptım. Aslında davranışımdaki sert hareketin sebebi; ustasının söylediklerine sinirlenmiş olmam değildi. Sadece benden habersiz dönen bir dolap vardı ve onu bir tek ben göremiyordum. Çırağa şipariş verişimi unutmuş gibi davranmam da mahallede bana şizofrenik bir hastaymışım gibi muamele etmelerini istemememdendi.

Bir anda ışıklar yandı ve fazlasıyla uzayan bölümün bitişini yönetmenin “Kestik. Bu günlük yeter. Yarın kaldığımız yerden devam ederiz.” demesinden anlamıştım. İnsanın tedirgin adam rolünü yapması ne kadar da zordu. Yaptığım roller bir süre sonra hayatıma da işlemeye başlamıştı. Bazen biriyle konuşurken normal mi davranıyorum yoksa yine set çekiminde miydim karıştırıyorumdum. Zaten arkadaşlarım da bir tuhaftı bu filmin senoryosunu anlattığımda. Necati bana dönerek sert bir şekilde “Oğlum desene yine çakma bir film olacak. Dışarıda yapılanın aynısını getirip buraya yapıştırıyorsunuz. Yeni bir şeyler bulsanıza lan. Senaristleriniz o kadar mı beceriksiz.” demesi kanıma çok dokunmuştu doğrusu. Bir de üstüne bankadan filme güvenerek çektiğim yüz bin liranın yorgunluğu her geçen gün gözlerime daha fazla çöküyordu.

Kirada kalmamak için satın aldığım eve gece bire doğru ancak gelebildim. Anlatmak istemediğim, anlatsam da kimsenin umrunda olmayacak bir sebepten dolayıydı geç gelişim. Bir an arkadaşların haklı olabileceğini düşündüm. Hem neden ikinci yapılan birinciden daha değerli olsun ki? Bunları düşünmemek için üstümdeki montumu yatağın üzerine hızlı bir şekilde bırakıp, kendimi banyoya attım. Aynanın karşısına geçmemle yere düşüp, başımı fayansa çarparak bayılmam arasında beş saniye ya vardı ya yoktu. Gözlerimi açmaya çalıştığımda yarı bulanık bir halde Ali’nin elinde kolonya ile bileklerimi ovuşturduğunu bir yandan da deliler gibi güldüğünü gördüm. “Ne oldu Ali bana?” sorusuna “Fenomen oldun oğlum, bütün dünya seni konuşacak.” cevabını vermesi şaşkınlığımı bir kat daha artırmıştı. Benim birşey söylememe fırsat bırakmadan telefonundan bir video açtı. O sırada gözüm kan lekeleri bulaşmış fayansa takıldı. Lavabonun üstündeki aynanın çerçeveleri duvara süs olmuş boş bir şekilde duruyordu. Aklım allak bullak olmuştu. Ali’ye döndüm, defalarca izleyip güldüğü videoyu başa almasını istedim. İçeri girişim, aynaya bakışım ve yere sert bir şekilde düşüşümü hatırlamak zor olmadı. Buraya kadar olan kısım benim bildiğim, devamı ise Ali’yi küfrederek evden kovduğum kısımdı. Ben düştükten sonra kapıyı açarak banyoya giriyor, -muhtemelen ben yokken saklanmıştı- ardından da benim ayna sandığım camı çıkartarak kameraya gösteriyordu. Tahminimce arka tarafın net bir fotoğrafını aynayla aynı kalınlıkta olan bir cama yapıştırmıştı. Oynadığım filmin bende yarattığı etkiyi de bildiğinden aklınca bana şaka yapmak istemişti. Onda olan zekayla bu yaptığı, yaşadığım acı ve kızgınlıkla dikkatimi çekmedi.

Birden ayağa kalktım ve elindeki telefonu klozete atıp, aniden aval aval bakmaya başlayan gözlerinin önünde sifona bastım. “Şimdi buradan s..ip gidebilirsin. ” dedikten sonra evden dışarı attım Ali’yi. Giderken ağlayacak gibi bir hâli vardı. Çünkü Ali gibilerin tek sahip olduğu sulu şaka yapma becerisi ve hayvan gibi gülebilmeleridir. Onu da ellerinden aldığınız zaman yaşamları hep boşa dönen bir tekerleğe benzer.

Banyoda sırtımı duvara verip oturduktan sonra dolaptan aldığım buzu başıma bastırıp düşünmeye başladım. Yenilenmeliydik fakat kokmaya yüz tutmuş tuzu nereden tuzlamaya başlamamız gerektiğini gerçekten bilmiyordum.

A.Seydi Özçal
İZDİHAM